Ve h i m
“Bu mukaddime olan cemiyet, maksat olan hakikat-i
ittihad-ı Muhammediyeye bir numune ve ma’kes ve
hüsn-i misal olmak lâzım idi. Hâlbuki sizin perişan hâli-
nizi temaşa edenler, o hakikat-i ulviyenin şulesini göre-
miyorlar.”
İr ş a t
evet, şems-i hakikat-i ittihada karşı, şimdiki cemiyet o
madenden çıkmış elmas parçasıdır. daha saykal vurul-
mamıştır ki, onun misali içinde görünsün. İnşaallah, bir
seneye kadar, ulemanın himmetiyle aktâr-ı cihanda te-
le’lü edecek. Şayet bu parça kırılsa da, daha büyük ve
müşaşaa binlerce parça ve ma’kes bulunacaktır.
efradı ne kadar müteferrik olsa, müçtemi gibidir. zira
bu cemiyetin nizamatı şeriatla müesses ve münasebatı
ruhanî olduğundan, cemî dünya onlara nispeten bir
meclis-i vahit gibidir. sair cemiyetler gibi sureten içtima
ve müdavele-i efkâr ile nizamat namıyla bid’atları icat et-
meyecektir. lâkin hademelerin hidematına ait bazı niza-
mat-ı mahsusası olabilir. Hem de bu cemiyetin aktârda-
ki erkânı meyanındaki münasebat-ı ruhaniyeyi nazar-ı
akıl ile görebilseniz, mir’at-ı mücellâ gibi, o hakikat-ı ul-
viyenin misali size aksedecekti. o münasebatı teşkil eden
o nuranî silsilelerden turuk-i âliye-i meşayihin silsilelerini
bir misal olarak gösteriyorum.
akis:
yansıma.
aktâr:
yöreler, bölgeler.
aktâr-ı cihan:
her taraf, dünyanın
dört bir yanı.
bid’at:
dinin aslında olmayıp son-
radan icat edilen şeyler, yeni âdet.
cemî:
bütün.
cemiyet:
topluluk, birlik.
efrat:
fertler.
erkân:
rükünler, esaslar.
hademe:
hizmetçi.
hakikat-i ulviye:
yüce ve yüksek
hakikat.
hakikat-i ittihad-ı muhammedî:
Müslümanların birlikteliğinin özü,
çekirdeği.
hakikat-i ulviye:
yüce ve yüksek
hakikat.
hidemat:
hizmetler.
himmet:
çalışma, çabalama, gay-
ret gösterme.
hüsn-i misal:
güzel örnek.
içtima:
toplanma, bir araya gelme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
ma’kes:
akseden yer, yansıma ye-
ri.
maden:
asıl, esas, kaynak.
meclis-i vahit:
bir meclis, tek
meclis.
meyan:
ara, orta.
mir’at-ı mücellâ:
cilâlanmış, par-
lak ayna.
misal:
benzer, örnek.
mukaddime:
başlangıç.
müçtemi:
bir yerde toplanmış.
müdavele-i efkâr:
karşılıklı fikir
alış-verişinde bulunma.
müesses:
tesis edilmiş, kurulu.
münasebat:
münasebetler,
bağlar.
münasebat-ı ruhaniye:
ruha-
nî bağlar.
müşaşaa:
parlak, şaşaalı, deb-
debeli.
müteferrik:
dağınık, ayrı ayrı.
nam:
ad.
nazar-ı akıl:
aklın nazarı, aklın
gözüyle bakmak.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nizamat:
nizamlar, düzenle-
meler.
nizamat-ı mahsusa:
özel dü-
zenlemeler.
numune:
örnek.
nuranî:
nurlu, ışıklı.
ruhanî:
ruhla ilgili.
sair:
diğer, başka, öteki.
saykal:
cila.
silsile:
zincir.
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla.
şems-i hakikat-i ittihat:
birlik
hakikatinin güneşi.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
şule:
parıltı, ışıltı; alev, ateş.
tele’lü:
parıldama.
temaşa:
hayretle ve dikkatle
bakma.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
turuk-i âliye-i meşayih:
şeyhlerin yüce tarikatleri.
ulema:
âlimler, bilginler.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
m
akalâT
| 88 |
Eski said dönEmi EsErlEri