Hem de, bu seda-i dinî bu merkez-i hilâfetten sudûr et-
mekle etrafa akisendaz olmazsa istibdat her unsurda
merkezden iftirak meylini ektiğinden, bu meyilden istifa-
de ederek bazı sahib-i zuhur mütemehdîlik veya müced-
ditlik namıyla başka taraflarda bu sedayı çıkaracak ve bu
devlet-i İslâmiyeyi tefrikaya düşürecek ve bu ism-i müba-
reği de tenzil ve tahdit edecektir.
Hem de, intizam-ı idareye şiddet-i ihtiyacımızdan yüz
derece veya daha ziyade tehzib-i ahlâka muhtacız. Bu da
iksir-i diyanetledir. zira umum enbiyanın memalik-i os-
maniyeden zuhuru kaza ve kader-i İlâhînin bir işaret ve
remzidir ki, bu memleket insanlarının tekemmülâtı ve
tehzib-i ahlâkı hiss-i dinin mâyesiyle olacaktır.
Hem de, şeriatla münasebet-i vehmiyeden başka irti-
batı olmayan istibdat, o kadar zamanda o derece dâhil
ve hariç muhacemata karşı kendini muhafaza ettiğinden,
şimdi şeriatın has abd-i memlûkü ve münasebet-i hakikî
ile merbut olan meşrutiyet-i meşrua, bu kuvvet-i azîme-i
şer’iyeye isnat ve istimdat etmek zarurîdir.
Sual:
eğer Cemiyet-i Muhammediye siyasete karışır-
sa hükûmetin ruhu olan itaat muhtel olur?
Elcevap:
evvelâ: Cemiyetin hedef-i maksadı siyaset
değil. zira, ekser mebusan ulema ve müttakî oldukların-
dan, siyaset ciheti onlara muhavveldir.
yaratması.
kuvvet-i azîme-i şer’iye:
şeriatın
büyük kuvveti.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
mebusan:
mebuslar, milletvekille-
ri.
memalik-i Osmaniye:
Osmanlı ül-
kesi.
merbut:
bağlı, rabtedilmiş.
merkez-i hilâfet:
halifeliğin mer-
kezi, halifelik makamının bulun-
duğu yer.
meşrutiyet-i meşrua:
dine uygun
meşrutiyet, meşru meclisle dayalı
yönetim şekli.
muhacemat:
hücumlar, saldırılar.
muhafaza:
koruma.
muhavvel:
havale edilmiş, yük-
lenmiş, gönderilmiş.
muhtel:
bozulmuş, karışık.
müceddit:
her asır başında gele-
ceği müjdelenen dine yeni bir
tarzla yaklaşan dinin yüksek hiz-
metkârı.
münasebet-i hakikî:
gerçek mü-
nasebet.
münasebet-i vehmiye:
hayalî iliş-
ki.
mütemehdîlik:
hidayet edicilik,
mehdîlik iddiası gütmeklik.
müttakî:
kendisini Allah’ın sevme-
diği fena şeylerden koruyan; ha-
ramdan ve günahtan çekinen, tak-
va sahibi, dindar.
nam:
ad.
remiz:
işaret, gizli ve kapalı bir su-
rette ifade etme.
sahib-i zuhur:
başkaldıran, isyan
eden, başa geçen, ayaklanan.
seda:
ses.
seda-i dinî:
dinîn sesi.
sual:
soru.
sudûr:
sâdır olma, meydana çık-
ma, olma.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şiddet-i ihtiyaç:
ihtiyacın, muhtaç
olmanın şiddeti, ihtiyacın çok fazla
olması.
tahdit:
hudutlandırma, sınırlama.
tefrika:
ayrılık, bölünme.
tehzib-i ahlâk:
ahlâkı güzelleştir-
me; kötü huyları giderme.
tekemmülât:
tekemmüller, ol-
gunlaşmalar.
tenzil:
kıymetten düşürme, değe-
rini indirme.
ulema:
âlimler, bilginler.
umum:
bütün.
unsur:
milliyet.
zarurî:
zorunlu.
ziyade:
çok, fazla.
zuhur:
ortaya çıkma.
abd-i memlûk:
kul ve köle.
akisendaz:
yankılanma.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyet-i muhammediye:
Hz. Muhammed’e (
ASM
) bağlı
olan topluluk, İslâm ümmeti.
cihet:
yön.
dâhil:
girme, içinde olma.
devlet-i islâmiye:
İslâm dev-
leti.
ekser:
çoğunluk.
elcevap:
cevap olarak.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
hariç:
dışarı.
hedef-i maksat:
asıl varılmak
istenen hedef.
hiss-i din:
din duygusu.
iftirak:
ayrılma, dağılma.
iksir-i diyanet:
din, dindarlık
iksiri.
intizam-ı idare:
düzenli yöne-
tim.
irtibat:
bağ, münasebet.
ism-i mübarek:
mübarek, be-
reketli ve kutlu isim.
isnat:
dayandırma.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim, kendi başına ve hiç bir ni-
zama ve kanuna bağlı olma-
dan yönetme, keyfî idare sis-
temi.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardıma çağırma.
itaat:
boyun eğme, uyma, alı-
nan emre göre hareket etme.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
Eski said dönEmi EsErlEri
| 81 |
m
akalâT