Salisen
: İlâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden cema-
at, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de, muvaffak ola-
maz; zira, nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda
olunmaz. nasıl süreyya yıldızları süpürge olur veya
üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikate “püf, püf”
eden, divaneliğini ilân eder.
ey dinî Cerideler!
(1)
Maksadımız: dinî cemaatler
(2)
maksatta ittihat etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde
(3)
ittihat mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. zira, tak-
lit yolunu açar ve “neme lâzım, başkası düşünsün” sözü-
nü söylettirir.
SEKİZİNCİ VEHİM:
ehl-i ittihad-ı islâm olan buradaki cemaate, manen gi-
bi sureten de intisap edenlerin ekserîsi avam, bir kısmı
da meçhulü’l-hâl olduğundan, fitne ve ihtilâfı ima ediyor.
Elcevap:
Belki ağraza adem-i müsaadesine binaen-
dir.
(4)
Hem de, madem maksadı ittihat ve ilâ-i kelimetul-
lahtır; teşebbüsat ve harekâtı da ibadettir. İbadet camiin-
de şah ve geda birdir, müsavat hakikî düsturdur, imtiyaz
yoktur. zira, en ekrem, en müttakîdir; ve en müttakî, en
mütevazidir.
Binaenaleyh, manen asıl hakikat, ittihada intisap ile
beraber, sureten onun numunesi olan bu uhrevî ve sırf
dinî cemaate intisap ile teşerrüf edecek; yoksa şeref ver-
meyecektir. Bir katre, bahr-i ummanı tezyit edemez.
Hem de, bir günah-ı kebire ile imandan çıkmadığı gibi;
elcevap:
cevap olarak.
evail-i islâm:
İslâm’dan öncesi.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
garp:
batı.
geda:
dilenci, yoksul.
günah-ı kebire:
büyük günah.
hakikat:
gerçek, doğruluk.
hakikî:
gerçek.
harekât:
hareketler, davranışlar.
hedef-i maksat:
asıl varılmak iste-
nen hedef.
ilâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini,
davasını yüceltmek, yaymak.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı gö-
rüş ve düşünüş, fikir ayrılığı.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade et-
me.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
intisap:
mensup olma, bağlanma,
girme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
katre:
damla.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
meçhulü’l-hâl:
neyin nesi olduğu
bilinmeyen kimse.
mesalik:
meslekler, tutulan yollar.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
müsavat:
müsavilik, eşitlik.
müşahebet:
benzerlik, benzeyiş.
müteneccis:
pislenmiş.
mütevazi:
gururlu olmayan, alçak
gönüllü.
müttakî:
kendisini Allah’ın sevme-
diği fena şeylerden koruyan; ha-
ramdan ve günahtan çekinen, tak-
va sahibi, dindar.
nifak:
ikiyüzlülük; bozgunculuk.
numune:
örnek.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla.
süreyya:
Ülker yıldızı.
şah:
padişah, sultan, hükümdar.
şems:
güneş.
şems-i hakikat:
hakikat güneşi,
gerçeğin parlaklığı.
taklit:
delilsiz olarak hareket et-
me, şeriattaki delilini bilmeksizin
bir hükümle amel etme.
tencis:
necis hale getirme, pis et-
me.
teşebbüsat:
teşebbüsler, girişim-
ler.
teşerrüf:
şereflenme, şeref bulma.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
tulû:
doğma, doğuş.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vasıta:
aracı.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
adem-i müsaade:
müsaade-
sizlik, iznin olmaması.
ağraz:
gizli kinler, kasıtlar.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; durumu bilin-
meyen.
Bahr-i Umman:
Hind Okyanu-
su.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
caiz:
uygun.
cemaat:
bir mezhebe veya bir
gruba bağlı olanların oluştur-
duğu topluluk.
cemaat:
topluluk.
ceride:
gazete.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i ittihad-ı islâm:
İslâm bir-
liğini sağlayanlar.
ekrem:
daha (en, pek) kerim,
pek cömert.
ekserî:
çoğu kısmı.
1.
Volkan’da “cemaatler” olarak geçer.
2.
Volkan’da “cemiyetler” olarak geçer.
3.
Volkan’da “meşreplerde” ifadesi bulunmamaktadır.
4.
Volkan’da cümle “ki, evail-i İslâm’a müşabehetidir” şeklinde devam eder.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 75 |
m
akalâT