İttihad-ı Muhammediyeyi kendi cemiyet-i dünyeviyeleri-
ne kıyasen ağraz-ı faside ve metalib-i süfliyeye vasıta et-
mek gibi bir emr-i muhale ihtimal veriyorlar. Ve şems-i
hakikate “püf” ve “üf” ediyorlar. Heyhat! nerede sürey-
ya süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Cihan
arslanları silsile-i şeriatla bağlı olduğundan, tilkinin onu
koparmaya çalışması sırf mecnunânedir.
Cemiyetimizin meşrebi, beynelislâm muhabbetin ma-
nasına muhabbet ve husumetin medlûlüne husumettir;
ve mesleği, ahlâk-ı Ahmediye (
AsM
) ile tahallûk ve sün-
net-i nebeviyeyi (
AsM
) ihya etmektir; ve rehberi, Şeriat-ı
garra; ve seyfi, berahin-i kàtıa; ve maksadı, i’lâ-i kelime-
tullahtır.
Dokuzuncu Madde
kürdlerin ihtilâfından zayi olan kuvve-i cesimelerinden
istifade etmek için ittihad-ı millî ile efkâr-ı umumiyelerini
izhar etmek ve maarif ile o efkârı terakki ettirmektir; tâ
ki, meyl-i terakkileri faaliyete ve ukde-i hayatiyeleri te-
nebbühe başlasın. Hâlbuki, maarif-i cedideden dört se-
bepten tevahhuş ediyorlar; istizah olunca izah edeceğim.
Bahusus, şimdiki bazı gençlerimizin, dinlerindeki lâubali-
yâne hareketleri daha ziyade milleti tevhiş ediyor. Bu gi-
bi lâubalîler meşrutiyete hizmet değil, bilakis meşrutiyete
ve millete büyük bir darbe vurarak, tarik-ı terakkiyi sed-
de sebep oluyorlar.
kürdistan’a maarif-i cedidenin idhaline çare-i yegâne:
Hamidiye Alaylarında askerlik münasebetiyle, mekâtibi,
tanbul’da 5 Nisan 1909 tarihinde
kurulan bir cemiyet.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kıyasen:
kıyas ederek.
kuvve-i cesime:
büyük güç.
lâubaliyâne:
lâubalî bir şekilde;
alâkasız, saygısız ve dikkatsiz bir
şekilde.
maarif:
eğitim, öğretim sistemi,
bilgiler, ilimler.
maarif-i cedide:
yeni eğitim ve
öğretim sistemi.
mecnunâne:
delice.
medlûl:
işaret edilen, gösterilen.
mekâtip:
mektepler.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
metalib-i süfliye:
adî istekler.
meyl-i terakki:
ilerleme meyli.
muhabbet:
sevgi, sevme.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
set:
kapama, tıkama, engel olma.
seyf:
kılıç.
silsile-i şeriat:
şeriat zinciri.
sünnet-i nebeviye:
Hz. Muham-
med’e (
ASM
) ait sünnet.
süreyya:
Ülker yıldızı.
şems-i hakikat:
hakikat güneşi,
gerçeğin parlaklığı.
Şeriat-ı Garra:
parlak ve nurlu şe-
riat; İslâm dini.
tahallûk:
ahlâklanma, iyi huy
edinme.
tarik-ı terakki:
ilerleme yolu.
tenebbüh:
uyanma, uykudan
kalkma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tevahhuş:
korkarak uzak durma
yakın hissetmeme.
tevhiş:
korkutma.
ukde-i hayatiye:
hayatla ilgili dü-
ğüm, hayat düğümü.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
ziyade:
çok, fazla.
ağraz-ı faside:
bozuk maksat-
lar, gayeler.
ahlâk-ı ahmediye:
Hz. Pey-
gamberin hâl, hareket, tavır,
söz ve davranışlarından ortaya
çıkan örnek hareket ve davra-
nış tarzı.
bahusus:
özellikle.
berahin-i kàtıa:
kat’î, kesin
deliller.
beynelislâm:
Müslümanlar
arasında.
bilâkis:
aksine, tersine.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyet-i dünyeviye:
dünye-
vî amaçlar güden cemiyet.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çı-
kar yol.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
efkâr-ı umumiye:
umumun
düşüncesi, genel düşünce.
emr-i muhal:
olmayacak iş.
heyhat:
yazık, çok yazık, ne
yazık.
husumet:
düşmanlık.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın is-
mini, davasını yüceltmek, yay-
mak.
idhal:
dâhil etme, içine alma,
sokma.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda fark-
lı görüş ve düşünüş, fikir ayrılı-
ğı.
ihya:
canlandırma, hayat ver-
me.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istizah:
izahat isteme, açıkla-
ma isteme.
ittihad-ı millî:
millî birlik.
ittihad-ı muhammediye:
Sü-
heyl Paşa, Mehmed Sadık, Fe-
rik Rıza Paşa, Derviş Vahdeti
ve arkadaşları tarafından İs-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 65 |
m
akalâT