ebed şanında olan kanun-i İlâhiyenin şarihi olan meza-
hib-i erbaayı ittihaz etmektir. zira milyonlarla dâhîlerin
ecr-i ahiret için istinbat ettikleri bahr-i umman gibi me-
sail-i şer’iyeye kanaat etmeyip, Avrupa’ya ahkâm ve ah-
lâkta dilencilik ve izhar-ı fakr etmek din-i İslâm’a büyük
bir cinayettir. Meşrutiyette hâkim kanun olduğundan, bu
kanun libas-ı milliye-i İslâmiyeyi giymeli; tâ ki asabiyet-i
maneviye onun riyasetine karşı cevab-ı red vermesin.
Meşrutiyette Şeriat-ı garra hükümferma olduğu hâlde,
üç Şecere-i zakkumu kökünden ihraç edecek ve üç Şe-
cere-i tuba zemin-i meşrutiyette neşvünema bulacak ve
dal budaklar açacaktır. zakkum şecereleri; dinsizlik, ifti-
rak ve nifak ve zünup ve mesavi-i medeniyet ve hakkı-
mızda şematetli olan zann-ı fasid-i ecaniptir. Ve tuba şe-
cereleri; ruhanî manyetizma ile ittihad-ı amme ve inbi-
sat-ı şeriat cihetiyle terakki ve tenezzüh-i din ve nokta-i
metîn-i dine istinat, meşrutiyet sebebiyle ikbal-i istikbali-
mizdir. Hem de anasır-ı gayrimüslime meşrutiyetin deva-
mına mutmain olacaktır.
Cemî kuvvetimle derim ki: Hiçbir hakikî mehasin-i
medeniyet yoktur ki, İslâmiyet, sarahaten veya zımnen
veya iznen onu veya daha ahsenini mütekeffil olmasın.
Amma, vâesefâ ki, çabuk aldatıcı mesavi-i medeniyeti,
çocuk tabiatlı bazı ehl-i heva ve heves mehasin zannede-
rek, tutî gibi en evvel onu taklit ettiler.
Hem de, meşrutiyet şeriatın abd-i memlûküdür; on-
dan gasp olunmaz. dikkat isterim ki, şeriat ile hiç müna-
sebeti olmayan o müthiş istibdat-ı zalimâne, sırf milleti
lâm’ın millî elbisesi.
manyetizma:
telkin ve hipnoz yo-
lu ile birini tesir altına alma.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
mehasin-i medeniyet:
medeni-
yetin güzellikleri.
mesail-i şer’iye:
şer’î meseleler.
mesavi-i medeniyet:
medeniye-
tin fenalıkları, kötülükleri.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
mezahib-i erbaa:
Dört mezhep;
Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî mez-
hepleri.
mutmain:
içi rahat, şüphesi olma-
yan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
mütekeffil:
kefil olan, üstlenen.
neşvünema:
yayılıp genişleme,
büyüyüp gelişme.
nifak:
ikiyüzlülük; bozgunculuk.
nokta-i metîn-i din:
dinin sağlam
noktası.
riyaset:
reislik, başkanlık.
sarahaten:
açıkça, açıktan açığa.
şan:
şöhret, ün; yüksek makam.
şarih:
şerh eden, açıklayan.
şecere:
ağaç.
Şecere-i Tuba:
cennetteki Tuba
Ağacı.
Şecere-i Zakkum:
zakkum ağacı;
Cehennem ağacı.
şematet:
şamata, kuru gürültü.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
Şeriat-ı Garra:
parlak ve nurlu şe-
riat; İslâm dini.
tenezzüh-i din:
dinin hurafeler-
den arındırılması.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tutî:
dudu kuşu, papağan.
vâesefâ:
esefler olsun, ne üzüntü!.
zann-ı fasid-i ecanip:
yabancıların
yanlış zanları, anlayışları.
zemin-i meşrutiyet:
meşrutiyet
ortamı.
zımnen:
üstü kapalı olarak.
zünup:
günahlar.
abd-i memlûk:
kul ve köle.
ahkâm:
hükümler, kanunlar.
ahsen:
daha (en) güzel.
anasır-ı gayrimüslime:
Müs-
lüman olmayan unsurlar, Müs-
lüman olmayan milletler, top-
luluklar.
Bahr-i Umman:
Hind Okyanu-
su.
cemî:
bütün.
cevab-ı red:
red cevabı.
din-i islâm:
İslâm dini.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ecr-i ahiret:
ahiret sevabı.
ehl-i heva ve heves:
heva ve
heveslerine uyanlar.
evvel:
önce.
gasp:
zorla alma, zaptetme, el
koyma.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden.
hükümferma:
hükümran, hü-
küm süren.
iftirak:
ayrılma, dağılma.
ihraç:
dışarı çıkarma, atma.
ikbal-i istikbal:
geleceğin tali-
hi, işlerin iyi gitmesi.
inbisat-ı şeriat:
şeriat kapsa-
mının genişletilmesi.
istibdad-ı zalimâne:
zalimce
istibdat, baskı.
istinat:
dayanma.
istinbat:
müçtehit veya bü-
yük bir âlimin gizli bir manayı
içtihat ile meydana çıkarması.
ittihad-ı amme:
genel birlik.
ittihaz:
edinme, alma, kabul
etme.
izhar-ı fakr:
yoksulluğu gös-
terme.
iznen:
müsaadeli, izinli.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kanun-i ilâhiye:
Allah’ın ka-
nunu.
libas-ı milliye-i islâmiye:
İs-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 59 |
m
akalâT