8
11 Mart 1909
Hakikat
26 Şubat 1324, Volkan, Sayı: 70, Sayfa: 1.
(3)
B
iz
“kàlû belâ”dan cemiyet-i Muhammedîde (
AsM
)
dâhiliz. Cihetülvahdet-i ittihadımız tevhiddir. pey-
man ve yeminimiz imandır. Madem ki muvahhidiz; müt-
tehidiz.
(2)
Her bir mü’min ilâ-i kelimetullah ile mükelleftir. Bu za-
manda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. zi-
ra, ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı ma-
nevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silâhıyla,
ilâ-i kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr
ve ihtilâf-ı efkâra cihad edeceğiz.
Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı garranın berahin-i kàtı-
asının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. zira, medenîle-
re galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gi-
bi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaîleriyiz; husumete
vaktimiz yoktur.
Cumhuriyet ki,
(HaşİYe)
adalet ve meşveret ve kanunda
inhisar-ı kuvvetten ibarettir. on üç asır evvel Şeriat-ı
garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik
etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müte-
veccihen namaz kılmak gibidir.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık.
fedaî:
canını esirgemeyen, mühim
bir maksat uğruna canını vermeye
hazır bulunan.
fünun:
fen bilimleri.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
haşiye:
dipnot.
husumet:
düşmanlık.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini,
davasını yüceltmek, yaymak.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği dı-
şında yaptırma.
ihtilâf-ı efkâr:
fikirlerin ihtilâfı,
farklı farklı olması.
inhisar-ı kuvvet:
kuvveti tek elde
bulundurma.
istibdad-ı manevî:
manevî baskı.
kàlû belâ:
ruhların, yaratıldıktan
sonra, Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz
değil miyim?” sorusuna verdikleri
“evet” cevabı.
maddeten:
maddî olarak.
madem:
.den dolayı, böyle ise.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviyesi
bakımından yüksek durumda bu-
lunan, şehirli.
meşveret:
işlerin konuşup anlaş-
ma yoluyla halledilmesi, bir konu
hakkında çeşitli ve ehil şahıslardan
fikir alma.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muvahhit:
tevhid eden, Cenab-ı
Hakkın varlığına ve birliğine ina-
nan, Allah’ı birleyen.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
müteveccihen:
teveccüh ederek,
yönelerek.
müttehit:
birleşen, birlik olan.
neşir:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
peyman:
yemin, and.
sırr-ı vahdet:
birlik esası.
Şeriat-ı Garra:
parlak ve nurlu şe-
riat; İslâm dini.
şimal:
kuzey.
teessüs:
temelleşme, yerleşme,
kökleşme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vahşî:
medenîleşmemiş, barbar.
ahkâm:
hükümler, kanunlar.
asır:
yüzyıl.
berahin-i kàtıa:
kat’î, kesin
deliller.
cehil:
bilgisizlik.
cemiyet-i muhammedî:
Hz.
Muhammed’e (
ASM
) bağlı olan
cemiyet, topluluk, İslâm üm-
meti.
ceride:
gazete.
cihad-ı haricî:
dışa karşı yapı-
lan cihad.
cihetülvahdet-i ittihat:
birlik
yönü.
dâhil:
girme, içinde olma.
din-i islâm:
İslâm dini.
ecnebi:
yabancı.
evvel:
önce.
1.
Hutbe-iŞamiye ve Tarihçe-iHayat’ta derç edilirken Üstadımız Volkan yerine Dinî Ceride ifa-
desini kullanmışlardır.
2.
Gazetedeki makalede bu paragrafın sonunda şu ifadeler de yer almaktadır: “Molla Ahmed
Cezîrî-i Kürdî, Kürdce olarak buyurmuş ki:
rónHnÉpH »'qà`nM ¬n«pJrôp
c
r?nRnG p
R
ränórMnh uöpS
[Sırr-ı vahdet
ezelden ebede kadar bütün kâinatı kaplamıştır. (Ahmed-i Cezîrî, Divan, s. 46.)]
HaşİYe:
o zaman “meşrutiyet,” şimdi o kelime yerine “cumhuriyet” ko-
nulmuş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 51 |
m
akalâT