tarafa hareket etmemişiz. Çünkü hürriyet-i mutlakaları-
mızı şimdiye kadar olan medeniyet-i zelilâne ve nâmeş-
ru ve sefihâneye feda etmek reva görmedik.
İkincisi:
tabiîliktir; yani benim tabiatıma muvafıktır.
zira benim gibi bir bedevînin fikri fıtrat-ı asliyeye daha
yakın olduğundan, muhakemesi de tabiî ve hâdisü’l-
âheddir. sun’î ne kadar mükemmel olursa, tabiî yerini
tutmaz.
Hem de kelâm, tabiî gibi olduğundan, mütekellimin
mizac-ı hissiyatını andırır. Ve okunduğu vakit, madeni
benim gibi bir kürd olduğunu nazar-ı hayale karşı teces-
süm ettirir. Ve zihinde maneviyatın resmini doğru nak-
şeder.
Üçüncüsü:
üslûb-i garibimdir ki; sür’at ve kesret ve ül-
fetle sathîlenen ezhanı dikkate imale eder. zira garip
olan ahlâk ve hissiyatımla mütenasip olan elbisem, ma-
aniler dahi istihsan ederek, elbisem gibi bir üslûb-i beya-
nı giydirmek benden istediler. Ben de hatırlarını kırma-
dım, amma alaturka terziliği iyi bilmiyorum.
Dördüncüsü:
Bu cevap gençtir, ihtiyardır; bedevîdir,
medenîdir; hürr-i mutlaktır, hürr-i mukayyettir; yaşı dahi
hürriyetten iki mâh daha yaşlıdır. güya altı ay zarfında
elli sene, belki daha çok tayy-ı zaman ederek yaşamış.
zira velâdeti vaktinde tercüman-ı efkâr olan gazete şim-
di bir gazete ile muvazene olsa, mabeynlerinden asırlar
geçmiş zannolunacak. Hem de bedavetteki hürriyet-i
mutlakanın ve medeniyetteki hürriyet-i mahdudenin
alaturka:
Türk tarzında, Türk usu-
lü.
asır:
yüzyıl.
bedavet:
bedevîlik, iptidaî hayat
tarzında yaşama.
bedevî:
iptidaî tarzda yaşayan,
medenî olmayan.
ezhan:
zihinler.
fıtrat-ı asliye:
bozulmamış yaratı-
lış; doğuştan İslâm fıtratı üzerine
yaratılma.
hâdisü’l-âhed:
ilk kez ortaya çı-
kan, yeni.
hissiyat:
hisler, duygular.
hürr-i mukayyet:
sınırlı özgür.
hürr-i mutlak:
sınırsız özgür.
hürriyet-i mahdude:
sınırlı özgür-
lük.
hürriyet-i mutlaka:
mutlak hürri-
yet, tam özgürlük.
imale:
bir tarafa meylettirme, bir
tarafa eğme.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
kelâm:
söz.
kesret:
çokluk.
maani:
manalar, anlamlar.
mabeyn:
ara.
maden:
asıl, esas, kaynak.
mâh:
ay.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait
şeyler.
medenî:
şehirli.
medeniyet-i zelilâne ve nâ-
meşru ve sefihâne:
zevk ve
eğlenceye sevk ederek, meşru
olmayan alçak ve değersiz
medeniyet.
mizac-ı hissiyat:
duyguların
yapısı.
muhakeme:
akıl yürütüp doğ-
ru netice elde edebilme, tart-
ma, değerlendirme, yargılama.
muvafık:
uygun, uyar, müna-
sip.
muvazene:
karşılaştırma, ölç-
me, tartma.
mütekellim:
söyleyen, konu-
şan, birinci şahıs.
mütenasip:
uygun olan.
nazar-ı hayal:
hayal aynası.
reva:
uygun, lâyık, yerinde.
sathî:
yüzeysel.
sun’î:
tabiî olmayan, yapma.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
tabiat:
yaratılış, karakter, seci-
ye.
tabiî:
tabiat icabı olan, doğuş-
tan.
tayy-ı zaman:
çok uzun za-
manı pek kısa bir zamanda
görme ve yaşama.
tecessüm:
cisimleşme, cisim
hâline gelme.
tercüman-ı efkâr:
fikirlerin
tercümanı.
ülfet:
alışma, alışkanlık.
üslûb-i beyan:
beyan tarzı,
ifade şekli.
üslûb-i garip:
hayret verici ifa-
de tarzı, tuhaf üslûp.
velâdet:
doğma, doğuş.
zarfında:
süresince.
m
akalâT
| 48 |
Eski said dönEmi EsErlEri