gibi süslü sefahat ve hevesat yakışmıyor. zira, bir erkek
bir kadının kametinden istihsan ettiği libası giyse rezil
olur ve bilakis…
Elhâsıl
: Çürük olan mesavi-i medeniyeti hudud-i hür-
riyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriat ile yasak
edeceğiz; tâ ki medeniyetimiz bu âb-ı hayat-ı şeriat ile
gençliğini ebedîleştirsin. eğer medeniyet-i İslâmiye bir
cism-i namî olsa, şeriat deveran-ı demi ve diyanet de ha-
raret-i gariziyesi olacaktır. Hem de, Şeriat-ı garra, ke-
lâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir.
Maruf umum enbiyanın memalik-i osmaniyeden zu-
huru, kader-i İlâhînin bir işaret ve remzidir ki, bu insan-
ların makine-i tekemmülâtlarının buharı diyanettir. Ve
bu Asya ve rumeli çiçekleri ziya-i diyanetle neşvünema
bulacaktır.
Binaenaleyh, her bir mü’min i’lâ-i kelimetullaha mü-
kelleftir. Ve bu zamanda en büyük sebebi maddeten te-
rakki etmektir. Ve a’dâ-i terakkiye karşı herkes cihada
mükelleftir. Ve en büyük düşman, gayr-i mahsus ve dâ-
hilî düşmandır. o da üç büyük müthiş düşmandır: birin-
cisi fakr, ikincisi cehil, üçüncüsü ihtilâftır. Bu üç düşma-
na cihad etmeye dinen mükellefiz.
üç elmas kılıcı elde etmek lâzımdır. Birincisi muhab-
bet-i millî, ikincisi ittihat, üçüncüsü maariftir. Cihad-ı ha-
riciyeyi İslâmiyet’in hakaik-ı ulviyesinin berahin-i kàtıası-
nın elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Bu zamanın ciha-
dı, muhabbet ve tahabbüpledir, tahvif ile değildir.
a’dâ-i terakki:
ilerlemeye karşı
olanlar.
âb-ı hayat-ı şeriat:
hayatı ebedi-
leştiren şeriat, şeriatın ölümsüzlük
suyu.
berahin-i kàtıa:
kat’î, kesin delil-
ler.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cehil:
bilgisizlik.
cihad:
düşmanla savaşma.
cihad-ı hariciye-i islâmiyet:
İslâ-
miyet’in dışındakilere karşı yapı-
lan cihad, savaş.
cism-i nâmî:
büyüyen, yetişen ci-
sim, beden.
dâhilî:
içe ait, iç ile ilgili.
deveran-ı dem:
kan dolaşımı.
dinen:
din bakımından, dince.
diyanet:
dinî emirlere uyma, din-
darlık.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebedî:
sonsuz, daimî.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıyla, kı-
saca.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık.
gayr-i mahsus:
bilinmeyen, sinsi.
hakaik-ı ulviye:
yüce, yüksek ha-
kikatler.
hararet-i gariziye:
vücudun nor-
mal ısısı.
hevesat:
hevesler.
hudud-i hürriyet:
özgürlük sınırla-
rı.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini,
davasını yüceltmek, yaymak.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı gö-
rüş ve düşünüş, fikir ayrılığı.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kamet:
boy, endam.
kelâm-ı ezelî:
ezelî söz, varlı-
ğına başlangıç olmayan Al-
lah’ın sözü.
libas:
elbise.
maarif:
eğitim, öğretim.
maddeten:
maddî olarak.
makine-i tekemmülât:
ilerle-
me makinesi, sistemi.
maruf:
herkesçe bilinen.
medeniyet-i islâmiye:
İslâm
medeniyeti.
memalik-i Osmaniye:
Os-
manlı ülkesi.
mesavi-i medeniyet:
mede-
niyetin fenalıkları, kötülükleri.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhabbet-i millî:
millî sevgi,
kendi milletine duyulan sevgi.
mükellef:
sorumlu ve yüküm-
lü olan.
neşvünema:
yayılıp genişle-
me, büyüyüp gelişme.
remiz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve eğlenceye aşırı derecede
düşkünlük.
seyf-i şeriat:
şeriat kılıcı.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
Şeriat-ı Garra:
parlak ve nurlu
şeriat; İslâm dini.
tahabbüp:
sevgi gösterme,
muhabbet etme.
tahvif:
korkutma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
umum:
bütün, hepsi.
ziya-i diyanet:
din ışığı.
zuhur:
ortaya çıkma.
m
akalâT
| 44 |
Eski said dönEmi EsErlEri