(1)
Gƒ o
°ù s
°ùn
én
J n
’n
h
nass-ı celîlin muhalefetiyle, hafiye hav-
fıyla kimse hakkıyla iktidarını sarf edemezdi. Ve ayetin
nısf-ı ahiri:
(2)
Ék
°†r
©n
H r
ºo
µ
o
°†r
©n
H r
Ön
à`r
¨n
j n
’n
h
. gazeteler muha-
lefet ederek, eski hafiyeler gibi, herkesin fikrine bir ıztı-
rap ve tereddüt ilka etmiştir. Amma vâesefâ, ifrata müs-
tait olanlar tefrite de kabil oluyor.
ey ulema, size hitap ediyorum! Şöyle ki:
Her zamanda âlimler, ümera-i müstebideyi takliden
her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle bir ne-
vi istibdat gibi yapıyordu. Şimdi meşrutiyettir; hâkim,
şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan ef-
kâr-ı ammedir. siz de ilimde bir nevi meşrutiyeti takip
ediniz. zira istibdat hâsılat-ı terakkiyi istihlâk ile insanla-
rı mazi tarafına döndürüyor.
İstibdat istikbale istidbar ediyor. katre katre su, müte-
ferrik kalsa kuruyor, tecemmu etse bir havz-ı âb-ı hayat
oluyor.
Bunu da ilâveten söylüyorum ki: sırf maneviyat, atla-
maya benzer; teavün-i kuvvet tesirsizdir; bin ve bir, ikisi
bir. Amma maneviyatın mebadisi maddiyattan olduğun-
dan, büyük taşı kaldırmaya benzer, teavün ve tedavül-i ef-
kâra muhtaçtır. Böyle makamlarda
(3)
x
?o
µp
d¢n
ùr
«n
d l
ºr
µ o
Mu
?o
µ r
? p
d
denilir. Avrupa, bu sırra ve sırr-ı taksim-i a’mal esasına
binaen, o harikulâde terakkiyatı ve maarifi tesis eyle-
mişler.
şeyler.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
mazi:
geçmiş zaman.
mebadi:
başlangıçlar; temel pren-
sipler, ilkeler.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
meşveret:
işlerin konuşup anlaş-
ma yoluyla halledilmesi, bir konu
hakkında çeşitli ve ehil şahıslardan
fikir alma.
muhalefet:
uygun olmama, ayrı-
lık; zıtlık.
müstait:
meyilli.
müteferrik:
dağınık, ayrı ayrı.
nass-ı celîl:
yüce, yüksek emir,
ayet.
nevi:
çeşit, tür.
nısf-ı ahir:
son yarı.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince ya-
nı.
sırr-ı taksim-i a’mal:
iş bölümü
sırrı.
şahs-ı mütehakkim:
tahakküm
eden baskıcı ve zorbacı şahıs.
takliden:
taklit ederek.
teavün:
yardımlaşma.
teavün-i kuvvet:
kuvvet yardımı.
tecemmu:
toplanma.
tedavül-i efkâr:
fikirlerin kullanıl-
ması ve geçerli olması.
tefrit:
normalden aşağı olma, ter-
sine aşırılık.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler, yükselişler.
tesis:
kurma, meydana getirme.
ulema:
âlimler, bilginler.
ümera-i müstebide:
müstebit,
baskıcı emirler, idareciler.
vâesefâ:
esefler olsun, ne üzüntü!.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun düşünceleri, kamuoyu.
hafiye:
saklı ve gizli şeyleri
araştıran, casus.
harikulâde:
olağanüstü.
hâsılat-ı terakki:
ilerleme ile
elde edilenler.
havf:
korku.
havz-ı âb-ı hayat:
hayat ve-
ren su havuzu.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme.
ilka:
bırakma, atma, koyma.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim, kendi başına ve hiç bir ni-
zama ve kanuna bağlı olma-
dan yönetme, keyfî idare sis-
temi.
istidbar:
yüz çevirme, arka çe-
virme, arka dönme.
istihlâk:
tüketme.
istikbal:
gelecek.
kabil:
kabiliyetli, meyilli.
katre:
damla.
maarif:
bilgiler, ilimler.
maddiyat:
maddî ve cismanî
1.
Birbirinizin gizli hâllerini ve kusurlarını araştırmayın. (Hucurat Suresi: 12.)
2.
Birbirinizi gıybet de etmeyin. (Hucurat Suresi: 12.)
3.
Bir bütün için geçerli olan hüküm, her fert için geçerli olmaz.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 45 |
m
akalâT