şems garptan tulû etmediğinden, tevbenin kapısı da
açıktır. Bir testi müteneccis su, bir denizi tencis etmediği
gibi, kendi de temizlendiğinden, şimdi bu numune-i itti-
hada intisap eden adama şartımız olan, “sünnet-i nebe-
viyeyi (aleyhissalâtü vesselâm) ihya ve evamirine imtisal
ve nevahîden içtinap ve asayişe ilişmemek.” elinden gel-
se azm-i kat’î ile dâhil olan bazı meçhulü’l-hâl olanlar, bu
hakikat-i âliyeyi lekedar etmez. zira, kendi lekedar olsa
da, imanı mukaddestir; rabıta da imandır. Bu ünvan-ı
mukaddese böyle bahane ile leke sürmek, İslâmiyet’in
kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini ahma-
ku’n-nâs ilân etmektir.
numune-i ittihat olan cemaatimize, sair cemiyat-ı dün-
yeviyeye kıyasen leke sürmeyi, tariz etmeyi, cemî kuvve-
timizle reddederiz. İstifsar tarikıyla bir itirazları olursa ce-
vaba hazırız. İşte meydan!
Benim dâhil olduğum cemaat, burada tafsil ettiğim it-
tihad-ı İslâm’dır. Yoksa, muterizlerin batıl tevehhüm et-
tikleri cemiyet-i mütehayyile değildir. Bu dinî heyet efra-
dı, şarkta olsa, garbda olsa, cenupta olsa, şimalde olsa,
beraberiz.
DOKUZUNCU VEHİM:
Cemiyetlerde teşebbüsat-ı hafiye olduğu hâlde, itti-
had-ı muhammedînin izhar-ı serairi neden lüzum görül-
müş?
Elcevap:
İslâmiyet aşikâredir. Hem de kuvve-i ittisa-
iyesi tazyik olunsa, âleme zelzele verecek. Hem de ihfa,
hile ve şüpheyi davet ettiğinden, hile ve şüpheden
ahmaku’n-nâs:
insanların serse-
mi, akılsızı, kalın kafalısı.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hâkimiyetin sağlanması.
aşikâre:
apaçık, meydanda.
azm-i kat’î:
kesin karar, kat’î azim.
batıl:
boş ve manasız olan, hü-
kümsüz olan.
cemaat:
topluluk.
cemî:
bütün.
cemiyat-ı dünyeviye:
dünyevî
cemiyetler, topluluklar.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyet-i mütehayyile:
hayalî
cemiyet.
cenup:
güney.
dâhil:
girme, içinde olma.
efrat:
fertler.
elcevap:
cevap olarak.
evamir:
emirler, buyruklar.
garp:
batı.
hakikat-i âliye:
yüce, ulu gerçek.
heyet:
kurul, topluluk.
içtinap:
çekinme, sakınma, uzak
durma.
ihfa:
gizleme.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
imtisal:
bir örneğe uygun şekilde
hareket etme, benzemeye çalış-
ma, ayak uydurma.
intisap:
mensup olma, bağlanma,
girme.
istifsar:
ifade isteme, açıklama is-
teyerek sorma.
ittihad-ı islâm:
İslâm birliği, Panis-
lâmizm.
ittihad-ı muhammedî:
Süheyl Pa-
şa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa,
Derviş Vahdeti ve arkadaşları tara-
fından İstanbul’da 5 Nisan 1909 ta-
rihinde kurulan bir cemiyet.
izhar-ı serair:
sırları, gizli şeyleri
ortaya çıkarma.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
kıymet:
değer.
kuvve-i ittisaiye:
genişleme, bol-
laşma kuvveti.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
meçhulü’l-hâl:
durumu bilinme-
yen, neyin nesi olduğu bilinmeyen
kimse.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan,
itirazcı.
müteneccis:
pislenmiş.
nevahî:
yasaklanmış şeyler, ya-
saklar.
numune-i ittihat:
birlik oluşturma
örneği.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
sair:
diğer, başka, öteki.
sünnet-i nebeviye:
Hz. Mu-
hammed’e (
ASM
) ait sünnet.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şems:
güneş.
şimal:
kuzey.
tafsil:
etraflıca bildirme, ayrın-
tılı anlatma.
tarik:
yol.
tariz:
üstü kapalı tenkit etme,
iğneleme, taşlama.
tazyik:
zorlama, baskı.
tencis:
necis hale getirme, pis
etme.
teşebbüsat-ı hafiye:
gizli te-
şebbüsler, gizli girişimler.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
tulû:
doğma, doğuş.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik.
ünvan-ı mukaddese:
mukad-
des ve yüce ünvan.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
m
akalâT
| 76 |
Eski said dönEmi EsErlEri