meçhulü’l-hâl olduğundan, bir esas-ı metîne adem-i isti-
nat ima eder.”
İr ş a t
Büyük ittihad-ı Muhammedîde her mü’min dâhildir.
onun numunesi ve mukaddimesi olan şimdiki İttihad-ı
Muhammedî ağraza adem-i müsaadesine binaendir ki,
evail-i İslâm’a bir müşabeheti peyda ediyor. Hem de,
madem ki maksad-ı İttihat i’lâ-i kelimetullahtır; teşebbü-
sat ve harekâtı da ibadettir. İbadet ve camide sultan ve
derviş ve geda birdir, müsavat hakikî düsturdur, takva-
dan başka imtiyaz yoktur. zira en ekrem, en müttakîdir
ve en müttakî en mütevazidir. demek, manen gibi, sure-
ten de bu cemiyete intisapla teşerrüf edecek, şeref ver-
meyecektir. Bir katre bahr-i ummanı tezyit edemez;
bahr-i umman bir testide sığışmadığı gibi, İttihad-ı Mu-
hammedî İstanbul’da sığışmayacaktır. nerede kaldı bu
resmî cemiyette!..
Amma, meçhulü’l-hâl adamların intisabı bu hakikat-i
âliyeyi lekedar edemez. zira kendi lekedar olsa imanı
mukaddestir; rabıta da imandır. Bu ünvan-ı mukaddese
böyle bahane ile leke sürmek, İslâmiyet’in kıymet ve ul-
viyetini bilmemekle beraber, kendini echelünnâs ilân et-
mektir. zira bir günah-ı kebîre ile imandan çıkmadığı gi-
bi, şems garptan tulû etmediğinden tövbe kapısı meçhu-
lü’l-hâl dedikleri adamlara açıktır. Ve bir testi müteneccis
su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizleniyor.
Bu, mukaddime-i ittihad-ı Muhammedî olan cemiyetimi-
ze, sair cemiyat-ı dünyeviyeye kıyasen leke sürmeyi,
za Paşa, Derviş Vahdeti ve arka-
daşları tarafından İstanbul’da 5 Ni-
san 1909 tarihinde kurulan bir ce-
miyet.
katre:
damla.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
kıymet:
değer.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
maksad-ı ittihat:
birlik oluşturma-
nın gayesi.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
meçhulü’l-hâl:
durumu gizli olan,
bilinmeyen, neyin nesi olduğu bi-
linmeyen kimse.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
mukaddime:
başlangıç.
mukaddime-i ittihad-ı muham-
medî:
Muhammedî birliğin başlan-
gıcı.
müsavat:
müsavilik, eşitlik.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
müteneccis:
pislenmiş.
mütevazi:
gururlu olmayan, alçak
gönüllü.
müttakî:
kendisini Allah’ın sevme-
diği fena şeylerden koruyan; ha-
ramdan ve günahtan çekinen, tak-
va sahibi, dindar.
numune:
örnek.
peyda:
meydana gelme, açığa çık-
ma.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
sair:
diğer, başka, öteki.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla.
şems:
güneş.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
tencis:
necis hale getirme, pis et-
me.
teşebbüsat:
teşebbüsler, girişim-
ler.
teşerrüf:
şereflenme, şeref bulma.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
tulû:
doğma, doğuş.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yükseklik.
ünvan-ı mukaddese:
mukaddes
ve yüce ünvan.
adem-i istinat:
dayanağın ol-
maması, dayanaksızlık.
adem-i müsaade:
müsaade-
sizlik, iznin olmaması.
ağraz:
gizli kinler, kasıtlar.
Bahr-i Umman:
Hind Okyanu-
su.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cemiyat-ı dünyeviye:
dünye-
vî cemiyetler, topluluklar.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dahil:
girme, içinde olma.
derviş:
yoksulluğu, çilekeşliği
benimsemiş kimse.
desti:
testi.
düstur:
kaide, esas, prensip.
echelünnâs:
insanların en ca-
hili.
ekrem:
daha (en, pek) kerim,
pek cömert.
esas-ı metin:
sağlam temel.
evail-i islam:
İslâmın ilk dö-
nemleri.
garp:
batı.
geda:
dilenci, yoksul.
günah-ı kebire:
büyük günah.
hakikat-i âliye:
yüce, ulu ger-
çek.
hakikî:
gerçek.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın is-
mini, davasını yüceltmek, yay-
mak.
ima:
işaretle anlatma, üstü ka-
palı ifade etme.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstün-
lük.
intisap:
mensup olma, bağlan-
ma, girme.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ittihad-ı muhammedî:
Süheyl
Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rı-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 95 |
m
akalâT