Amma, ecnebilere düşman nazarıyla değil, belki sa-
adetimizi, i’lâ-i kelimetullaha bu zamanda vasıta olan te-
rakki ve medeniyete bizi teşvik ve icbar ettiklerinden,
dost ve hadim nazarıyla bakacağız.
Hem de, ecnebiler medeniyetleriyle beraber kuvvetli
olduklarından, taassup ve husumete mahal kalmamış.
zira din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak
ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyet’i mahbup ve ul-
vî olduğunu ef’al ve ahlâkımızla göstermek ve maddeten
terakki etmekledir. İcbar ve husumet, söz anlamayan ve-
ya anlamak istemeyen vahşîlerin vahşetine karşıdır.
Ve h i m
“Meşrutiyetin bir rüknü hürriyet-i tammedir. Hâlbuki,
sünnet-i nebeviyeyi hedef-i maksat eden İttihad-ı Mu-
hammedî, hürriyeti tahdit eder ve medeniyetin çok leva-
zımına münafidir.”
İr ş a t
Hürriyeti tahditle, tahkik ve tekmil eder ve medeniye-
tin aldatıcı zünup ve mesavisini hudud-i hürriyet ve me-
deniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak eder. zira
asıl hür, mü’mindir. dinsiz daima istibdat altındadır.
Çünkü sâni-i Âlem’e hakkıyla abd ve hizmetkâr olan,
başkasının istibdadına tezellüle tenezzül etmemek gerek-
tir. Ve tahdid-i hürriyet, insaniyet nokta-i nazarından za-
rurîdir.
abd:
kul.
ecnebi:
yabancı.
ef’al:
fiiller, davranışlar.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hedef-i maksat:
asıl varılmak iste-
nen hedef.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hudud-i hürriyet:
özgürlük sınırla-
rı.
husumet:
düşmanlık.
hürriyet-i tamme:
tam özgürlük.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini,
davasını yüceltmek, yaymak.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği dı-
şında yaptırma.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim,
kendi başına ve hiç bir nizama ve
kanuna bağlı olmadan yönetme,
keyfî idare sistemi.
ittihad-ı muhammedî:
Süheyl Pa-
şa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa,
Derviş Vahdeti ve arkadaşları tara-
fından İstanbul’da 5 Nisan 1909 ta-
rihinde kurulan bir cemiyet.
levazım:
lâzım olan şeyler.
maddeten:
maddî olarak.
mahal:
yer.
mahbup:
sevgili, sevilen.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviyesi
bakımından yüksek durumda bu-
lunan.
mesavi:
kötü hâller, fenalıklar,
seyyieler.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
münafi:
zıt, aykırı.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
rükün:
bir şeyi meydana geti-
ren unsurlardan her biri, esas.
saadet:
mutluluk.
sâni-i Âlem:
dünyayı sanatla
yaratan Allah.
seyf-i şeriat:
şeriat kılıcı.
sünnet-i nebeviye:
Hz. Mu-
hammed’e (
ASM
) ait sünnet.
taassup:
bir şeye veya kimse-
ye körü körüne aşırı bağlılık.
tahdid-i hürriyet:
serbestliğin
sınırlanması, hürriyetin sınır-
landırılması.
tahdit:
hudutlandırma, sınırla-
ma.
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırmak, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
tekmil:
tamamlama, kemale
erdirme.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tezellül:
aşağılanma, küçülme.
ulvî:
yüksek, yüce.
vahşet:
yabanî ve vahşi olan
şey, medeniyetin zıddı.
vahşî:
merhametsiz, duygu-
suz; medenîleşmemiş, barbar.
vasıta:
aracı.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
zarurî:
zorunlu.
zünup:
günahlar.
m
akalâT
| 92 |
Eski said dönEmi EsErlEri