siyaset efkârını İslâmiyet akaidinin harim-i ismetine, tam
yerlerine kadar isal eden herifler, ettikleri hizmeti,
Şan ve şeref almazlar. Belki şeyn ve şenaat-i zemme maz-
har oldular. nefsanî aşklardaki felâket ve haybetler,
Bu sırdandır elbette. Mecazî âşıkların bütün bu divanları,
birer feryad-ı matem, birer fizar-ı zulüm, bir vaveyl-i zil-
leti.
zira ekser mâşuklar zalim olurlar, o nevi aşkları tahkir
ederler; etmezler merhameti.
zira bâtın-ı kalbe bu nevi aşk-ı mecazî, fıtrata karşı tah-
kir, bir nevi istihza olur; incitir fıtratı.
Fıtrat, fıtrî olmayan her şeyi tezyif eder; hem dahi tahkir
eder, tahkiri işmam eden böyle tarz-ı hürmeti.
Bu hırsın düsturuna iki cüz’î numune; girmiş hiss-i umu-
ma. Biri merak-ı nevmî, nevmi dahi uçurur, kaçırır ba-
kıyyeti.
dilenci-i muhteris, sadakayı kaçırır. sende bir dâüsseher
var. gece, kalben nevmi merak edersen, kaçırır bakıy-
yeti;
sen uyanık kalırsın. İki dilenci: Biri, musır ve muhteristir;
biri müstağni ve muhteriz, var sırr-ı kanaati.
İkincisine vermek ziyade istersin. İşte te’dib-i fıtrat! Bu-
nun gibi çok numuneleri var; ima eder şu keskin kanu-
nunun vüs’ati.
• • •
akait:
İslâm’ın imanla ilgili esasları
ve hükümleri.
âşık:
çok aşırı seven.
aşk:
aşırı, ölçüsüz sevgi, tutku.
aşk-ı mecazî:
dünyevî aşk; nefis
ve şehvet üzerine bina edilmiş
aşk.
bakıyyet:
geri kalan.
bâtın-ı kalb:
kalbin içi, manevî ta-
rafı.
belki:
kesinlikle, bilakis.
cüz’î:
küçük, bütüne ait parça.
dâüsseher:
uykusuzluk hastalığı.
dilenci-i muhteris:
çok fazla hırslı
isteyen dilenci.
divan:
klasik Türk edebiyatı şairle-
rin şiirlerinin toplandığı kitap.
düstur:
prensip, kural, kanun.
efkâr:
fikirler.
ekser:
çoğunluk.
elbette:
kesinlikle.
feryad-ı matem:
kaybedilen şe-
yin ardından üzülme ve ağlama
feryadı.
fıtrat:
yaratılış.
fıtrî:
Allah’ın yarattığı gibi, doğal.
fizar-ı zulüm:
zulümden dolayı
ağlayıp, inleme.
harim-i ismet:
mukaddes ocak,
kudsî aile yuvası.
haybet:
mahrumiyet; ümit kırıklı-
ğı.
hırs:
aşırı istek, şiddetli arzu, fazla
isteme.
hiss-i umum:
genelin hissi, umu-
mun duygusu.
ima etme:
dolaylı, üstü kapalı ifa-
de etme.
isal etmek:
ulaştırmak.
islâmiyet:
İslâm dini.
istihza:
alay etme.
işmam etmek:
hissettirmek, du-
yurmak.
mâşuk:
kendisine aşık olunan.
mazhar :
nail olmuş, erişmiş.
mecazî:
gerçek anlamının dışında.
merak-ı nevmî:
uygu tutup tut-
mayacağı hakkında telâş ve ku-
runtu hâli.
merhamet:
acıma, koruma,
iyilikte bulunma.
muhteris:
ihtiras sahibi, çok
fazla hırslı isteyen.
muhteriz:
sakınan, çekinen,
ürkek.
musır:
ısrarlı, ısrar eden.
müstağni:
nazlı davranan, çe-
kingen.
nefsanî:
nefse ait, nefsin arzu-
suna yönelik.
nevi:
tür, çeşit.
nevm:
uyku.
numune:
örnek.
sır:
bir amaca ulaşmayı sağla-
yan yol, yöntem.
sırr-ı kanaat:
bulduğu ile ye-
tinme sırrı, esası.
siyaset:
temelinde yalan,
menfaat, tarafgirlik bulunan
menfi, zararlı siyaset anlayışı.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
yüce, yücelik, övünüle-
cek davranışlar.
şeyn ve şenaat-i zem:
yüz
karası ve ayıplanan rezillik.
tahkir:
aşağı ve alçak addet-
me, aşağılama.
tahkir:
hakaret etme.
tarz-ı hürmet:
saygı, hürmet
şekli, tarzı.
te’dib-i fıtrat:
yaratılış karak-
terinin terbiye vermesi, uslan-
dırması.
tezyif etmek:
zayıfa çıkar-
mak, sahte olarak göstermek.
vaveyl-i zillet:
hor ve hakir
görülme yaygarası, feryadı.
vüs’at:
genişlik, her yeri kapla-
ması.
zalim:
zulmeden.
zira:
çünkü.
ziyade:
çok fazla.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 768 |
Eski said dönEmi EsErlEri