Felâketin sebebi, canavarda vahşettir; bîçarenin zaafıysa,
ona bir bahanedir. Vahşet, cinayetiyle zayıfı mahkûm
ediyor.
Ademin günahıyla vücut mahkûm oluyor.
• • •
Hırs Sebeb-i Haybettir
(1)
Hırs haybeti getirir, aculiyet hüsranı! zira ki fıtratta var
mürettep basamaklar, müselsel terettübe tatbik-i hare-
keti
etmediğinden, haris ağleb muvaffak olmaz. tatbik etse
de onun bir tertib-i ca’lîsi süllem-i himmeti
Var; bir basamak miktar, seyr-i fıtrîden kısa olduğundan
bir ye’se düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır, rah-
met verir nimeti.
Herkes başından geçmiş, buna benzer bir şeyler. Allah,
kalbin bâtını iman ve marifeti, tecelli-i muhabbeti,
Aşk ve şuhudu için yaratmış, nazik yapmış. o nazenin-i
gaybî, samed âyinesidir; sanem ona giremez. o şişeyi
kırıyor o hacerin sıkleti!
Allah, kalbin zahiri, sair şeylere yapmış bir mahzen-i
muntazam. o hırs-ı cinayetkâr, o nazik kalbi deler, ona
verir zahmeti.
sanemleri içine izinsiz idhal eder; Allah ondan darılır,
maksudunun aksiyle veriyor mücazatı.
maksut:
istenen.
marifet:
Allah’ı bilmeye yönelik
ilim bilgi.
miktar:
ölçü.
muvaffak:
başarılı.
mücazat:
Bir suça karşı verilen ce-
za, karşılık, mutlak ceza.
mürettep:
dizilmiş.
müselsel:
peş peşe, silsilevari, ar-
ka arkaya.
nazenin-i gaybî:
gayba, görünme-
yen ait nazik, ince ve narin yer
olan kalb.
nazik:
narin, ince; dikkat gerekti-
ren, mühim, önemli.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
iyilik ve ihsanda bulunma.
sair:
diğer.
samed:
her şeyin kendisine da-
yanması, onun hiçbir şeye muhtaç
olmayan Allah.
sanem:
put, Allah’tan başka tapı-
nılan şey.
sebeb-i haybet:
mahrumluk,
mahrum olma sebebi.
seyr-i fıtrî:
hayat kanunlarına uy-
gun oluşma, tâbi gidişat.
sıklet:
ağırlık.
süllem-i himmet:
çalışma, çabala-
ma, gayret gösterme, emek sar-
fetme basamağı.
şuhut:
Allah’ın varlığını bilme, tas-
dik etme.
tatbik-i hareket:
hareket etme,
davranma.
tecelli-i muhabbet:
sevginin te-
cellisi, görüntüsü.
terettüp:
sıralanma, sırasında ol-
ma, sırası gelme.
tertib-i ca’lî:
yapmacık sıralama,
düzenleme.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik.
vücut:
varlık.
yeis:
ümitsizlik.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zahiri:
Görünen, görünürdeki, gö-
rünüşteki.
zahmet:
sıkıntı.
zayıfı:
güçsüz.
zira:
çünkü.
aculiyet:
acelecilik, sabırsızlık.
adem:
yokluk.
ağleb:
çoğunlukla, ekseriyetle.
aksiyle:
zıddıyla.
aşk:
Allah sevgisi.
âyine:
ayna, bir şeyi olduğu gi-
bi yansıtma, gösterme.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cinayet:
büyük suç.
fıtrat:
yaratılış.
gaflet:
ihtiyatsızlık, dikkatsiz-
lik.
hacer:
taş.
haris:
hırslı, tamahkâr, aç göz-
lü; bir şeye düşkün, lüzumun-
dan fazla istekli.
haybet:
isteğine erememe, ar-
zusunu gerçekleştirememe.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
hırs-ı cinayetkâr:
cinayet işle-
me arzusu.
hüsran:
ümit edilenin elde
edilememesinden
duyulan
elem, mahrumiyet acısı.
idhal etmek:
içine almak, dâ-
hil etmek.
iman:
inanç.
kalbin batını:
kalbin içi, ma-
nevî tarafı.
mahkûm:
hüküm giymiş, hü-
kümlü.
mahzen-i muntazam:
düzenli
bir depo, ardiye.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 767 |
l
emaaT
1.
Bu mebhas R/H 1337/1339 tarihli ilk baskı Lemaat’tan alınmıştır.