Bu sırra müessestir nakşibend rabıtası. Şeyhte teşahhus
yoksa, zararı olmaması! eğer varsa da, mürit onu fânî
biliyor.
Bu sırdandır ki bizde tevazudan başlıyor tarikatin sülûkü,
mahviyetten geçiyor, gitgide tâ fenâfillâh makamını bu-
luyor.
sonra nihayetsiz meratipte seyr-i sülûk başlıyor. Bu sır-
dandır ki “ene”, hem de nefs-i emmare kibriyle kırılır,
gururuyla sönüyor.
Hâzır Hristiyan’da
(HaşİYe)
ise, “ene” bütün levazımıyla
kuvvetleşir, gurur kırılmaz. enesi kuvvetli müşahhas bir
adam, Hristiyan’dan olursa, mütesallip oluyor.
Fakat eğer Müslüman’dansa lâkayttır, lâubalî. Bu sırdan-
dır ki, Hristiyan’ın aksine, avamımız havastan ziyade
dindardır, dine merbut kalıyor.
• • •
Mahbub-i Hakikî En Akreb, Hem En Eb’addır
(1)
ey esbapperest arkadaş! rahmet ve ilim ve kudret deni-
zinde daima müsebbihâne yüzen kâinat timsalini,
görmek eğer istersen, benimle beraber gel! Hayalî bir se-
yahat. İşte bahr-i ummanın, fakat suyu tatlıdır, en de-
rin yerini
HaşİYe:
Yani çok tahrif edilmiş, İsa’nın din-i hakikîsinden uzaklaşmış bir
nasraniyet.
akreb:
en yakın.
aksine:
tersine.
avam:
halk.
bahr-i umman:
büyük uçsuz bu-
caksız deniz.
daima:
devamlı.
dindar:
dinine bağlı.
din-i hakikî:
doğru, gerçek din.
eb’ad:
uzak.
eğer:
şayet.
ene:
ben duygusu, benlik.
esbapperest:
sebepleri aşırı dere-
cede önemseyen.
fânî:
muvakkat, geçici.
fenâfillâh:
Allah’ın varlığında yok
olma; kulun zat ve sıfatının Cenab-
ı Hakkın zat ve sıfatında fânî olma-
sı.
gurur:
boş şeylerle övünme, bö-
bürlenme.
haşiye:
dipnot.
havas:
üst tabaka, seçkinler, zen-
ginler sınıfı.
hayalî:
hayale ait, hayalle ilgili, ha-
yale mensup.
hâzır:
şimdiki.
ilim:
Allah’ın ilmi, bilgisi.
kibir:
kendisini büyük gösterip
başkasını küçük görmek.
kudret:
Allah’ın her şeye gücü
yetmesi.
lâkayt:
ilgisiz, duyarsız.
lâubalî:
kayıtsız, ilişkisiz.
levazım:
Lâzım olan şeyler, geçin-
mek ve yaşamak için gereken
şeyler, gereçler.
mahbub-i Hakikî:
gerçek sevgili
olan Allah.
mahviyet:
kendini toprak gibi de-
ğersiz hissetme, başkalarına değer
verme.
makam:
mevki, mertebe.
meratip:
mertebeler.
merbut:
bağlı.
müesses:
tesis edilmiş, kurulmuş
olan, kurulu.
mürit:
Hakkın ve mürşidinin irade-
sine tâbi olan derviş.
müsebbihâne:
tesbih edene yakı-
şır şekilde, tesbih ederek, sübha-
nallah diyerek.
müşahhas:
somut, gözle görülebi-
lir, sahıslaştırılmış.
mütesallip:
taassup sahibi, dinî
konularda katılaşmış.
nakşibend:
Hz. şah-ı Nakşibend’in
kurduğu tarîkat ve bu tarîkata
mensup olan.
nasraniyet:
Hristiyanlık.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis, insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
nihayetsiz:
sonsuz.
rabıta:
ilgi, bağ.
rahmet:
Allah’ın acıma, mer-
hamet etme, iyilik ve ihsanda
bulunması.
seyahat:
yolculuk.
seyrüsülûk:
bir terbiye yoluna
girip devam etme.
sır:
gizem, bir şeyin veya işin
dikkat, tecrübe, yetenek ve
tecrübe ile anlaşılabilen en zor
ve en ince yanı, insanın aklının
erişemediği İlâhî hikmet.
sülûk:
her hangi bir tarikata
girerek şeyhin manevî işaret-
leriyle manevî yolculuğa çık-
ma ve bu yolda mesafe katet-
me.
şeyh:
bir tekke veya zaviyede
ders veren ve müritleri bulu-
nan kimse.
tahrif edilme:
bozulma.
tahrif:
değiştirme, bozma.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyrüsülûk sırasında tu-
tulan yol.
teşahhus:
belirlenme, şahıs
olarak ortaya çıkma.
tevazu:
alçak gönüllülük, ken-
dini kimseden üstün görme-
me ve herkesle beraber olma
özelliği.
timsal:
örnek.
ziyade:
çok fazla.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 758 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Bu mebhas R/H 1337/1339 tarihli ilk baskı Lemaat’tan alınmıştır.