“Mânileri kıracak fevkalâde bir kuvvet; tâ mefruzü, serâ-
dan süreyya fevkine çıkarsın. evet, oturmuş Furkan,
bir fark-ı ferkadan.
“tahkikin şe’ni şudur: Madem süreyya’da görünmüş, o
sureti göstermiş; orada farz etmesi, tahkikin mezhebin-
de farz ve vaciptir her an.
“onu orada görecek, aşr-ı âlâda tutup onun berahinini
mismar gibi takacak, delilin sütununu birer birer taka-
cak dest-i emîn-i iman.”
Şeytan dedi: “zannınız, nazımdaki letaif derece-i i’cazdır.
Meziyet-i kelâmı şu farz ile değişmez!” Yine döndü o
insan,
dedi: “tam batılı iltizam demek olan bu farzdan, muzah-
ref ve farazî bir sahib-i kelâm çıkar; tedehhüş eder vic-
dan.
“o mefruzdan öyle müthiş noktalar gelir; değil i’caz-ı be-
lâgat, belki bütün meziyeti mahveder.” döndü yine o
şeytan,
dedi: “neden öyledir?” o insan dedi: “zira tahkik ve in-
safa zıt. o küfrî farzın da, eliyazübillâh, bir mecmua-i
riyaübühtan
“Farz etmek demektir. Bu farza şeytan dahi, elbet cesa-
ret etmez.” o dedi: “Şeytan olmasaydım, tasdik eder-
dim, seni ey insan!
an:
zaman.
arş-ı âlâ:
göğün en yüksek taba-
kası, Cenab-ı Hakkın kudret ve sal-
tanatının en yüksek dairesi.
batıl:
boş, hurafe, gerçeğe uyma-
yan, doğru ve haklı olmayan; din-
de yeri olmayan, dinî hükümlere
zıt.
belki:
kesinlikle, bilakis.
berahin:
deliller.
bühtan:
iftira, yalan.
delil:
bir şeyi ispata yarayan belge.
derece-i i’caz:
mu’cizelik derecesi.
dest-i emîn-i iman:
imanın emin
güvenilir eli.
eliyazübillâh:
Allah korusun.
farazî:
farz etme esasına dayanan,
zan ve tahmin edilen; gerçek ve
olmuş olmayıp öyle kabul edilen,
varsayım.
fark-ı ferkadan:
iki benzer arasın-
daki fark, ikizler arasındaki fark.
farz:
sayma, tutma, kabul etme.
farz etmek:
saymak, tutmak, ka-
bul etmek.
fevk:
üstünde.
fevkalâde:
mükemmel, olağanüs-
tü.
Furkan:
hakkı batıldan ayıran
Kur’ân.
i’caz-i belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde söylenmesi mu’ci-
zeliği.
iltizam:
benimseme, taraftar ol-
ma.
insaf:
Hakkı teslim esasına daya-
nan ılımlı davranış, adaleti ve hak-
kı düşünerek davranma, vicdana
uygun hareket.
kuvvet:
güç, iktidar.
küfrî:
küfre ait, inkârla ilgili.
letaif:
güzellik, hoşluk.
madem:
durum böyle ise.
mahvetmek:
ortadan kaldır-
mak, yok etmek.
mâni:
engel.
mecmua-i riya:
riya toplamı.
mefruz:
farz olunan, var sayı-
lan.
mezhep:
gidilen, tutulan, takip
edilen yol.
meziyet:
üstün özellikler.
meziyet-i kelâm:
sözdeki üs-
tünlük.
mismar:
çivi.
müthiş:
dehşete düşüren.
müzahref:
sahte yaldızlı süs.
nazım:
vezinli kafiyeli söz dizi-
si.
sahib-i kelâm:
sözün sahibi.
serâ:
yer, dünya.
suret:
şekil, biçim.
süreyya:
Ülker yıldızı.
sütun:
direk.
şe’n:
gerek, özellik.
şeytan:
insanı Allah yolundan
ve hayırdan uzaklaştıran ruha-
nî ve cinnî varlık.
tahkik:
araştırma, inceleme;
doğruluğunu ispat etme, doğ-
rulama.
tahkik:
doğruluğunu ispat et-
me, doğrulama.
tasdik etmek:
onaylamak,
doğrulamak.
tedehhüş etmek:
dehşete ka-
pılmak.
vacip:
şart.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zan:
araştırmaya dayanma-
yan tahminî bilgi.
zıt:
bir şeyin tersi, aksi.
zira:
çünkü.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 752 |
Eski said dönEmi EsErlEri