Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 754

Bundan da mülzem oldu, o şeytan döndü dedi: “dersi-
niz: ‘kur’ân beşere rahmet.’ Hâlbuki ekseriyet, elîm
zahmete düştü; sebep küfür ile küfran!”
Yine o insan dedi: “zeminde yüz çekirdek, mâ ve ziya
gelmezse, sağlam kalıyor; fakat çekirdek kıymetinde,
beş para! eğer şems ve asuman,
“Mâ ve ziya verirse, sekseni sû-i mizaçları için eğer çürü-
se, yirmisi, her biri bir şecer-i meyvedar, bir ağac-ı sâ-
yedar. ger verilse bir lisan,
“Her çekirdek diyecek: ‘ey âb-ı hayatımız, ey ziya-i ruhu-
muz! siz mahzâ rahmetsiniz. pek şefkatli bir elden bi-
ze süzülmüşsünüz. sizi bize gönderen o rahîm, hem
rahman.’
“Yahut mehd-i zeminde yüz yumurta bulunur, fakat “hü-
ma tayrı”nın. eğer tayr oturmazsa, onlar sağlam kalır,
fakat birer adî yumurta; ne kıymettar ne mizan.
“o kuş eğer otursa, şefkatli harareti onlara da verirse,
çendan seksen bozulsa, lâkin yirmisi, her biri birer pi-
liç çıkacak. o nev’e gelse lisan,
“Mutlak böyle diyecek: ‘ey şefkatli valide, ey hürmetli mü-
rebbî! sen bir lâtif rahmetsin’ diyecek, ayağına kapa-
nıp, şükran ile öpecek. o, hümamisal hüdâ-i kur’ân!”
kaçtı o şeytan, dedi: “seninle işim yoktur. korkarım sen-
den. Beni yolumdan şaşırtırsın ey insan-ı bîaman!”
• • •
âb-ı hayat:
hayat suyu.
adî:
sıradan, basit.
ağac-ı sâyedar:
gölge yapan ağaç.
asuman:
gök yüzü.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
çendan:
gerçi.
eğer:
şayet.
ekseriyet:
çoğunluk.
elîm:
acı ve üzüntü verici.
ger:
eğer.
hâlbuki:
oysa ki.
hararet:
ısı.
hüda-i kur’ân:
Kur’ân’ın hidayeti,
yolu.
hüma tayr:
Kaf Dağında, Okyanus
adalarında veya Çin’de yaşadığına
inanılan efsanevî kuş.
hümamisal:
efsanevî hüma kuşu
gibi.
hürmetli:
saygıdeğer.
insan-ı bîaman:
aman vermeyen
insan.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli.
küfran:
nankörlük.
küfür:
inkâr, dinsizlik.
lâkin:
ama, fakat.
lâtif:
güzel, hoş.
lisan:
dil.
mâ:
su.
mahza rahmet:
sırf rahmet.
mehd-i zemin:
zemin beşiği,
beslenip büyüme yeri.
mizan:
ölçü.
mutlak:
kesin.
mülzem:
ilzam edilen, sustu-
rulan, susturulmuş, cevap ve-
remeyecek duruma sokul-
muş.
mürebbî:
terbiye edici, besle-
yici.
nevi:
tür, çeşit.
rahîm:
Merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
rahman:
rahmeti bütün her-
kese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim şe-
killerini içine alan rahmetin sa-
hibi Allah.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, iyilik ve ihsanda bulunma.
sebep:
neden.
sû-i mizaç:
karakterin, yapının
bozukluğu, kötülüğü.
şecer-i meyvedar:
meyve ve-
ren ağaç.
şefkatli:
yardıma, sevgiye
muhtaç olanlara karşılıksız
olarak merhamet ve sevgiyle
yardıma koşan.
şems:
güneş.
şeytan:
insanı Allah yolundan
ve hayırdan uzaklaştıran ruha-
nî ve cinnî varlık.
şükran:
teşekkür, minnettar-
lık.
tayr:
kuş.
valide:
anne.
zahmet:
sıkıntı.
zemin:
yer.
ziya:
aydınlık, ışık.
ziya-i ruh:
ruh ışığı, ruhu ay-
dınlatan.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 754 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,744,745,746,747,748,749,750,751,752,753 755,756,757,758,759,760,761,762,763,764,...790
Powered by FlippingBook