düstur tekerrür etse ders de tekerrür eder. İkinci derece-
de, binler düsturlarından birkaç tane numune: Meselâ
Firavun’a hitaben şu cümle-i azamet:
Meselâ
(1)
n
?p
fn
ón
Ñ p
H n
?«/q
én
æ o
f n
? r
ƒ n
«r
dÉn
a
Şu Ferâin-i Mısriyenin, mumyalarla emvatın ecsadını ma-
ziden müstakbele nakleden garip bir düstur-i mevtâlûd
hayatı, ihtarla verir dehşet.
Hatta, Firavun-i Mûsa bedeni de nacidir; seyl-i zaman at-
mıştır. Mumya, tahta üstüne, şu asrın sahiline, atîk bir
yadigâr-ı ibret.
Meselâ
(2)
Ék
M r
ôn
°U /
‹ o
ør
HG o
¿Én
eÉn
g n
Éj
Şu kelâm bize diyor: o dağsız düz kıt’anın tağî selâtinin-
de ehramların inşası arzu-i garibi; bir meyelân-ı haş-
met,
Hükümran olduğunu, muhteşem ehramlara, zulüm ve
abes şeylere vücut veren bir düstur, bu cümle eder ih-
tar, verir bir ders-i hikmet.
Meselâ
(3)
À '
Sƒ o
e p
? r
ƒn
b r
ø p
e n
¿Én
c n
¿
h o
Qn
Éb s
¿ p
G
Şu hüküm beşere der: Akvam-ı cihanın beyninde, kavm-i
Benîisrail efratları elinde, muzır hem de haram, gayet
büyük bir servet;
lâsiyyema vesail-i riba ile, servetleri tutturan, hem de onu
toplayan, hariskâr bir düsturu, şu cümle ihtar eder; din-
liyor beşeriyet.
zamanındaki firavunu.
garip:
tuhaf, şaşılacak, bambaşka.
gayet:
son derece.
haram:
hakkı olmayan şey, dinin
yasakladığı şeyler.
hariskâr:
hırsa bulanmış.
hayat:
yaşayış, yaşama.
hitaben:
hitap ederek, söyleyerek.
hüküm:
bir konuda verilen karar.
hükümran:
hükmeden.
ihtar:
hatırlatma.
inşa:
yapma, bina etme, kurma.
kavm-i Benîisrail:
İsrailoğulları
milleti.
kelâm:
kelime, cümle, söz.
lâsiyyema:
bilhassa, özellikle.
mazi:
geçmiş zaman.
meyelân-i haşmet:
haşmet, bü-
yüklük gösterme meyli, arzusu.
muhteşem:
hayranlık uyandıran,
haşmetli.
mumya:
eski Mısırlıların, çürü-
mekten ve kokuşmaktan koru-
mak için ilâçladıkları ceset; tahnit-
lenmiş ceset.
muzır:
zararlı.
müstakbel:
gelecek.
naci:
kurtulan, necat bulan.
nakletme:
aktarma.
numune:
örnek.
selâtin:
sultanlar.
servet:
zenginlik.
seyl-i zaman:
zaman seli.
tağî:
azgın, azmış; asi, isyan eden,
söz dinlemez.
tane:
adet.
tekerrür:
tekrar.
vesail-i riba:
faiz vasıtaları.
vücut:
varlık.
yadigâr-i ibret:
ibret verici, ibret
alınacak hatıra.
zulüm:
eziyet, cefa, işkence, hak-
sızlık; adaletsizlik.
abes:
lüzumsuz ve gayesiz,
akla ve hakikate uymayan
boş şey.
akvam-i cihan:
dünya toplu-
lukları, kavimler.
arzu-i garip:
tuhaf istek.
asır:
yüzyıl.
atîk:
serbest bırakılmış olan.
beden:
vücut.
beşer:
insan, insanlık, âde-
moğlu.
beşeriyet:
insanlık.
beyn:
ara, arasında.
cümle-i azamet:
haşmet bildi-
ren cümle.
dehşet:
büyümek, ürkütme.
ders-i hikmet:
hikmet dersi,
nasihat.
düstur:
prensip, kural, kanun.
düstur-i mevtâlûd:
ölümle
karışık kural.
ecsat:
cesetler.
efrat:
fertler, bireyler, halkın
çoğunluğu.
ehram:
Mısır’da firavunların
piramit şeklindeki mezarları.
emvat:
ölüler.
ferain-i mısriye:
Mısır firavun-
ları.
Firavun-i mûsa:
Hz. Mûsa’nın
Eski said dönEmi EsErlEri
| 745 |
l
emaaT
1.
Bugün, batıp boğulmuş olan cesedini kurtaracağız. (Yunus Suresi: 92.)
2.
Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap.(Mü’min Suresi: 36.)
3.
Karun, Mûsa’nın kavminden biri idi. (Kasas Suresi: 76.)