Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız; ya o
teskin edilsin, ya ihsas da olmasın. Yoksa dayanama-
yız; feryadüfizar dinlenmez.
Hüda ise şifadır; heva iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu
da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence is-
ter. Hevesat-ı sihirbaz,
tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissol-
masın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fizara
dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.
demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o dere-
ce nispeten şu hâlet tesir eder, vicdanı bağırttırır. Her
lezzetin içinde elemi var birer iz.
demek heves, heva, eğlence, sefahatten memzuç olan
şaşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya
bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarikte bir
hâleti hissettik. o hâletle oluyor hayat maden-i lezzet;
âlâm olur lezaiz.
onunla bunu bildik ki, mütefavit derecede, kuvvet-i iman
nispetinde ruha bir hâlet verir. Ceset ruhla mültezdir,
ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile, vicdanda münderiçtir. Bir firdevs-i ma-
nevî, kalbinde mündemiçtir. düşünmekse deşmektir,
şuur ise şiar-ı râz.
muhtaç:
ihtiyaç sahibi.
muztar:
zorda kalma, çaresiz.
mültez:
bir şeyi kendi üzerine lâ-
zım eden, gerekli kılan.
mündemiç:
yerleştirilmiş.
münderiç:
içine konulmuş.
mütefavit:
çeşitli, farklı farklı.
mütelezziz:
lezzet alan, tat hisse-
den, haz alan hoşlanan.
müthiş:
dehşete düşüren.
nispeten:
kıyasla, oranla.
nispetinde:
oranında, ölçüsünde.
nuranî:
nurlu, parlak, münevver.
ruh:
can, hayat ve duygulardan
oluşan canlının manevî yönü.
saadet-i acile:
peşin mutluluk.
sefahat:
ahlâksızlık, eğlence ve
zevke düşkünlük.
sırat-ı müstakim:
istikametli doğ-
ru yol.
şaşaa-i medenî:
medeniyetten
gelen şaşaa, medeniyetin göz ka-
maştırıcılığı.
şiar-ı râz:
gizli işaretler; sıkrrı gizle-
yen perde, işaret.
şifa:
sıhhat.
şuur:
idrak, düşünce, bilinç.
tarik:
yol, usul.
tegafül:
gaflete düşme, vazifesini
unutma, Allah’ı unutma.
tenvim:
uyutma.
teselli:
sakinleşme, avunma, avut-
ma.
tesir:
etkileme.
teskin:
sakinleştirme.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zehirbaz:
zehirleyen.
âlâm:
üzüntüler, elemler ve sı-
kıntılar.
aziz:
saygın, muhterem.
ceset:
beden.
dalâlet:
iman ve İslâm’dan ay-
rılma; sapkınlık, doğru ve hak
yoldan ayrılma.
derece:
mertebe.
elem:
acı.
elem-i elîm:
acı verici üzüntü.
elem-i yeis:
ümitsizlik acısı.
feryadüfizar:
bağırıp çağırma.
firdevs-i manevî:
manevî
cennet.
fizar:
ağlama, bağırma.
hâlet:
durum, hâl.
hayat:
yaşayış, yaşama.
heva:
nefsin arzu ve istekleri.
heves:
istek, arzu; gelip geçici
istek; nefsin hoşuna giden is-
tek; akıl dışı istek; zevk, eğlen-
ce.
hevesat-ı sihirbaz:
sihirli, cezp
edici, nefsin hoşuna giden iş-
ler.
hissolmak:
tatmak, hisset-
mek, duymak.
hüda:
İlâhî kaynaklı hak yol ve
prensipleri; hak ve doğru olan
yol.
ihrak:
yakma.
ihsas:
hissettirme.
iptal-i his:
duyguları, duyu sis-
temini işlemez hâle sokmak;
duygu kaybı.
iz:
işaret, alâmet.
kuvvet-i iman:
iman gücü.
lezaiz:
lezzetler; tatlı ve zevkli
şeyler.
maden-i lezzet:
zevk ve lez-
zet kaynağı.
memzuç:
karışık.
merhem:
yaraya sürülen ilâç.
meşgale:
iş, bir şeylerle uğraş-
ma, uğraşı.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 743 |
l
emaaT