dedi: “Muhakkik, bir hâkimdir; hâkim de bîtaraftır!”
İnsan dedi: “ey mel’un! İlmî mesele değil, o bir mese-
le-i iman.
“İltizamuitikat, her dem onun şe’nidir. İlmî meselelikten
çoktan beri çıkmıştır; başkaya kıyas olmaz, o mesele-i
vicdan.
“zira bir mesele ki, tarafeyn yakındır birbirine; ortası dü-
şünülür. İki taraf da razı, el de yetişebilir, kime düştü-
ğü zaman;
“İki tarafı birer ihtimalle hissesine rapteder. Fakat bir ta-
rafı süreyya fevkindeyse, diğeri serânın tahtındaysa, o
zaman
“İki taraf ortası, bîtarafî düşünmek hiçbir vakit olamaz.
orta yerinde durmak, biri leke-i zemin, diğeri ziynet-i
âsuman;
“İki tarafa elini uzatıp, birer hisseyi vermek, tahkike hiç
sığışmaz. Mesafenin nısfında, aşağı tarafında farz ile
bir meyelân,
“Hem vehim ile ne kadar indirirse ona temayül etse, ta-
rafgirlik olur. Fakat fena tarafta vesveseye itaat, insafa
olur isyan.
“Madem orta yeri tutulmaz; ya serâda farz edilir, o hâlde
bahaneler çoğalır, lâzım olur, kat’î olur bedahet-i ikan,
muhakkik:
araştıran, inceleyen.
nısf:
yarım, yarısı.
raptetme:
bağlama.
razı:
rıza gösteren, boyun eğen,
hoşnut olan, kabul eden.
serâ:
yer, dünya.
süreyya:
Ülker yıldızı.
şe’n:
özellik, belirleyici nitelik.
tahkik:
doğru, gerçek.
tahtında:
altında.
tarafeyn:
iki taraf.
tarafgirlik:
taraf tutma.
temayül:
meyil, yönelme.
vakit:
zaman.
vehim:
zan ve kuruntu.
vesvese:
kuruntu, şüphe.
zira:
çünkü.
ziynet-i asuman:
gökyüzü süsü.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bedahet-i ikan:
delil ve bür-
hanla ispata ihtiyaç olmaya-
cak derecede açıklık.
bîtaraf:
tarafsız.
bîtarafî:
tarafsız olarak.
dem:
an, vakit.
farz:
sayma, tutma, kabul et-
me.
farz etmek:
saymak, tutmak,
kabul etmek.
fena:
kötü.
fevkinde:
üstünde.
hâkim:
her şeyi hükmü altına
alan.
hisse:
pay.
ihtimal:
olabilirlik.
ilmî:
ilme ait.
iltizamuitikat:
taraftarlık yap-
ma, tarafgirlik ve inanmak.
insaf:
hakkı teslim esasına da-
yanan ılımlı davranış, adaleti
ve hakkı düşünerek davran-
ma, vicdana uygun hareket.
isyan:
itaatsizlik etme, buy-
ruklara uymama.
itaat:
emrine ve arzusuna uy-
ma.
kat’î:
kesinlikle.
kıyas:
oranlama, mukayese
etme.
lâzım:
gerek, gerekli.
leke-i zemin:
dünya lekesi.
madem:
durum böyle ise.
mel’un:
lânete uğramış.
mesafe:
ara.
mesele:
konu, husus.
mesele-i iman:
iman mesele-
si.
mesele-i vicdan:
vicdan me-
selesi.
meyelân:
meyletme, yönel-
me, işe yönelme.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 751 |
l
emaaT