demek, velî-i âşık muhtî ise, yine binefsihî hâdîdir, ligay-
rihî mudıldır. Fakat, arif muhtî ise, mudıl, hem dâl olur;
iktida da edilmez.
Bu sırdandır, bir kısmı güruh-i arifînden idam ve idlâline
sebep olan rumuz ve şathiyat ki tevili götürmez.
zümre-i aşıkîni rumuzdan çıkardılar, işarat şathiyatı sari-
han söylediler. Yine nazar-ı ümmet, onları tazim etti,
onlara ilişilmez.
Bu sırdandır Muhyiddin, Cami ve İbnü’l-Farıd, İbni seb’în
beraber, işaret-i şatahatta birbirine benziyor, telâkkide
benzemez.
Vakta ki Muhyiddin’in irfanı galip çıktı aşkına, sebep ol-
du ki işaratı yağdırdı ona dehşetli oklar, tâ selim’e keş-
foldu remiz.
Fakat Cami âşıktı, vazıhan tasrih etti, hem hürmetle ya-
şadı. oklardan selim kaldı, hem tenkit de edilmez.
İbnü’l-Farıd a’şak, o a’raf Muhyiddin’den daha ileri gitti,
ümmetin itabından ondan geride kaldı; kusuruna bakıl-
maz.
İbni seb’în’in vakta sözünde safî bir aşk pek de görün-
mez oldu, nazarvari kelâmı sebep oldu ki, yine ona is-
nad-ı ilhad oldu, kendini kurtaramaz.
eğer desen: Muhyiddin kelâmında tehalüf, belki tenakuz
vardır. Ben derim: elbette o zat, görmüş de demiş; gör-
mezse hiç söylemez.
ler.
safî:
saf, karışmamış, bulanmamış.
sarihan:
açıkça.
sebep:
neden.
selim kalmak:
korunmuş olmak;
güvende kalmak.
sır:
anlamak açıklamakta aklın
âciz kaldığı şey; püf noktası.
şathiyat:
içinde dengesiz, ölçüsüz,
şeriata aykırı hususlar bulunan ta-
savvufî manzume.
tasrih etmek:
açıklık, berraklıkla
belirtme.
tazim etmek:
hürmet göstermek.
tehalüf:
birbirine zıt olma, muhalif
olma.
telâkki:
anlama, anlayış, görüş.
tenakuz:
çelişme, iki sözün birbiri-
ne uymaması, insanın bir sözünün
öteki sözünü çürütmesi, zıddiyet,
çelişki.
tenkit:
eleştiri.
tevil:
yorumlama.
ümmet:
millet, bir peygambere
tâbi olanlar.
vakta:
ne zaman ki.
vazıhan:
açık olarak.
velî-i âşık:
şiddetli muhabbet bes-
leyen Allah dostu.
zat:
kişi.
zümre-i âşıkîn:
aşıklar topluluğu.
a’raf:
daha bilgili.
a’şak:
daha âşık.
arif:
çok irfanlı, bilgi sahibi.
aşk:
sevgi, tutku.
belki:
kesinlikle, bilakis.
binefsihî:
kendi kendine.
Cami:
büyük mutasavvıf ve
âlimMolla Cami.
dâl:
dalâlete sapmış olan.
dehşetli:
korkunç.
eğer:
şayet.
elbette:
kesinlikle.
galip:
üstün gelme.
güruh-i arifîn:
arifler bilgililer
topluluğu.
hâdî:
doğru yolda hidayet
üzere olan.
idlâl:
saptırma, hak yoldan
ayırmak.
iktida:
uyma, tâbi olma.
irfan:
hakikate vakıf olma,
künhe varma, bir şeyin özüne
inme, ilim ve zekâ ile meyda-
na gelen olgunluk.
isnad-ı ilhad:
dinden çıktı suç-
laması.
işarat:
alâmetler, işaretler.
işaret-i şatahat:
şatahat belir-
tisi.
itap:
Azarlama, tersleme, pay-
lama.
kelâm:
kelime, cümle, söz.
keşfolmak:
açığa çıkmak.
lâkin:
ama, fakat.
ligayrihî:
başkası, diğeri için.
mudıl:
doğru hak yoldan ayı-
ran.
muhtî:
hatalı, kusurlu.
nazar-ı ümmet:
Müslümanla-
rın indi, bakışı, görüşü.
nazarvari:
görür gibi, görüyor-
muşçasına.
remiz:
işaret, ince nükte.
rumuz:
gizli manalar taşıyan,
ince nükteler ihtiva eden söz-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 761 |
l
emaaT