lâkin nasıl görünse bir şey, nefsülemirde, aynen öyle ol-
ması her dem lâzım gelemez. Basar doğru görüyor,
yanlış hüküm ediyor, bazen basiret öyle tamamını gö-
remez.
eğer Muhyiddin dese: “gördüm.” doğrudur, görmüş. o
ruh, öyle âlîdir, kasten yalan söylemek ona hiç yanaş-
maz; kat’an tenezzül etmez.
Şu sırra faysal budur: o bir seyyare-i ruh, gayr-i sabit te-
celli, tecelliyat-ı seyyal, ona olmuş hakikat-i sabite. se-
vabit hakaik, dane sümbülsüz olmaz.
Fakat sabit hakikat, hem de seyyar tecelli; bir çekirdek,
bir çiçeğin ne zatıdır ne gayrı. Hakikat-i hak mizanı
kur’ân’dır, başka olmaz.
ger desen: “Muhyiddin’in âsâr, kelâmlarında öyle sözle-
ri vardır, şer’de hiç yeri yoktur, belki ona küfür demiş
bazı imamlarımız?”
Cevaben de derim: Bir kaide-i umumî beyanı lâzım gelir.
Meselâ, şeriat bir vasfa, ya bir söze dese ki: “Bu küfür-
dür, mü’min işi olamaz.”
Murat ve manası: o hâl imandan gelmez, sıfat da kâfire-
dir, o söz de kâfirdir, o zat onunla küfür etti, demektir;
mutlak o zat kâfirdir denilmez.
zira imandan neş’et eden pek çok sıfâtı vardır. İmana de-
lil-i izhar bir tevile, muhtemel bir hâli de, bir sözü bun-
ları hiç kıramaz.
âlî:
yüksek, yüce.
âsâr:
eserler, ürünler, sonuçlar.
basar:
göz; görme.
basiret:
bakış, görüş.
bazen:
ara sıra.
belki:
hatta, kesinlikle, bilakis.
beyanı:
ifade etme.
dane:
tohum, kırıntı.
delil-i izhar:
apaçık delil.
dem:
an, vakit.
eğer:
şayet.
faysal:
kesin hüküm, karar.
gayr:
başka.
gayr-i sabit:
sabit olmayan, belir-
lenmemiş.
ger:
eğer.
hakaik:
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i hak:
doğru olan asıl ger-
çek.
hakikat-i sabite:
değişmez olan
gerçek, sâbit, değişmez hakikat.
hâl:
durum.
hüküm:
bir konuda verilen karar.
kâfir:
Allah’ı inkâr eden.
kâfire:
küfürden.
kaide-i umumî:
genele ait kural.
kasten:
kasıtlı olarak, gerçekte is-
teyerek.
kat’an:
kesinlikle, kat’iyetle.
kelâm:
kelime, cümle, söz.
küfür:
inkâr, dinsizlik.
lâzım:
gerek, gerekli.
mizan:
ölçü, terazi.
muhtemel:
olabilirlik.
murat:
kast edilen maksat.
mutlak:
kesin.
mü’min:
Müslüman.
nefsülemir:
işin hakikati, aslı.
neş’et:
doğma, ortaya çıkma,
kaynaklanma.
ruh:
can, hayat ve duygular-
dan oluşan canlının manevî
yönü.
sabit:
devamlı, değişmez.
sevabit:
sabiteler, sabit olan-
lar.
seyyar:
gezici, dolaşan.
seyyare-i ruh:
ruh gezegeni.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik.
sır:
anlamakta, açıklamakta
aklın âciz kaldığı şey; püf nok-
tası.
şer’:
Kur’ân, hadis, icma-ı üm-
met ve kıyas-ı fukaha esasları
üzerine kurulmuş olan İslâm
kanunları, din kaideleri, şeriat.
şeriat:
kanun, dinî hükümler,
toplumu ilgilendiren dini hü-
kümler, kurallar.
tecelli:
isim ve sıfatların eşya-
da görünmesi, yansıması.
tecelliyat-i seyyal:
akıcı, akıp
geçen görünmeler, belirmeler.
tenezzül:
Kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
tevil:
yorum.
vasıf:
özellik, sıfat.
zat:
kişi.
zatı:
kendi.
zira:
çünkü.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 762 |
Eski said dönEmi EsErlEri