kendine makar etmiş, yüzlerce menzillere havi olan bir
cisim tahtaları pek ince tahtelbahrin içine sen karınca
cismini, ben arı libasını,
giyeriz de gideriz. İstersen gel de otur kanadımın üstüne,
beraber de uçarız, muhit-i havaînin denizinde yüzeriz.
onun orada var bir balonu.
Bu müthiş bir balondur. Binlerle bölmeleri var; mürettep,
muntazamdır. Biz de girdik içine. Ben kondum pence-
reye, sen istedin altını.
ey karınca kardeşim! tahtelbahirde isterdik suyun yüzü-
nü görmek. Burada istiyoruz ziya ile yıkanmak. Ben bi-
lirim yolunu.
İkisinde ikişer yolumuz var: Biri basar, nazar yolu. Basar,
surete bakar, bölmelerde dolaşır, dama ulaşır, ya ulaş-
maz; işte tarik-ı fennî.
İkincisi hidayet, basiret tarikıdır. Hidayet hakka bakar, ba-
siret hakikate. Hak ve hakikat, öyle birer keskin bir
alettir ki tahtelbahir balonu,
neresini istersen, onlar ile delersin, mâ ve ziya alırsın, bu
pencerede görürüm. zaten pek çoktur pencereler. sen
zulmette oturdun, görmezsin hiçbirini.
Bizim gibi küçücük hayvanlara kâfidir, mesamatta tereş-
şuh, menafizde şuaat. sen sözümü tutmadın, bölme-
lerde dolaştın, bir şey bulmadın; ayaklar ezdi seni.
basar:
göz; görüş.
basiret:
gerçeği görme.
cisim:
beden.
hak:
doğru, gerçek, hakikat;
doğruluk.
hakikat:
gerçek.
havi:
içine alan, içinde bulun-
duran.
hidayet:
dinin gösterdiği hak
yol.
kâfi:
yeterli.
libas:
elbise.
makar:
merkez, ocak.
menafiz:
nüfuz edecek yerler,
yarıklar, delikler.
menzil:
mekân, yer.
mesamat:
delikler, gözenek-
ler; cilt üzerindeki gözenekler.
muhit-i havaî:
atmosfer taba-
kası.
muntazam:
düzenli.
mürettep:
dizilmiş.
müthiş:
dehşete düşüren.
nazar:
bakış, görüş açısı.
suret:
şekil. biçim.
şuaat:
ışıklar, parıltılar, nurlar.
tahtelbahir:
denizaltı gemisi.
tarik:
yol, usul.
tarik-i fennî:
ilmin, fennin yo-
lu.
tereşşuh:
sızmak, kaynaklan-
mak.
ziya:
aydınlık, ışık.
zulmet: karanlık.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 759 |
l
emaaT