ki âcize, zaife. saniyen, nefiste olan hacatın susmasına
teveccüh ediyoruz. Vâesefa, durmayıp bağırırlar gö-
rürüz.
salisen, istimdatkârâne, bir halâskârı için bağırır, çağırı-
rız; ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zanne-
diyoruz:
Her bir şey bize düşman, her bir şey bizden garip. Hiçbir
şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşet-
mez, hakikî zevki vermez.
rabian, biz ecram-ı ulviyeye baktıkça, onlar nazara verir
bir havf ile dehşeti. Hem vicdanın müz’ici bir tevahhuş
geliyor akılsûz, evhamsaz.
İşte, ey birader! Bu dalâletin yolu, mahiyeti şöyledir. kü-
fürdeki zulmeti bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel
kardeşim, o ademe döneriz.
tekrar yine geliriz. Bu kere tarikımız sırat-ı müstakimdir,
hem imanın yoludur. delil ve imamımız, inayet ve
kur’ân’dır, şehbaz-ı edvarpervaz.
İşte sultan-ı ezel’in rahmet ve inayeti vakta bizi istedi,
kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-i meşiete
etvar üstünde perdaz.
Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil’at-ı vücudu.
emanet rütbesini bize tevcih eyledi; nişanı, niyaz ve
namaz.
âcize:
âciz, güçsüz, kuvvetsiz.
adem:
yokluk.
akılsûz:
aklı tırmalayan, akla ters
gelen.
bahşetmek:
bağışlamak, vermek.
birader:
kardeş.
dalâlet:
iman ve İslâm’dan ayrıl-
ma; sapkınlık, doğru ve hak yol-
dan ayrılma.
dehşet:
büyük korku hâli, ürkütü-
cü durum.
delil:
bir şeyi ispata yarayan belge.
ecram-ı ulviye:
gökteki cisimler,
gezegenler, yıldızlar.
emanet:
korunması gerekli değer-
li şey.
emniyet:
güven.
etvar:
tavırlar, hâller.
evhamsaz:
kuruntuya kapılan.
garip:
yalnız, kimsesiz.
hacat:
ihtiyaçlar.
hakikî:
gerçek.
halâskâr:
kurtarıcı.
havf:
korku.
hil’at-ı vücut:
beden elbisesi.
imam:
önder, rehber.
inayet:
yardım, iyilik.
istimdatkârâne:
yardım ister şe-
kilde.
kanun-i meşiet:
Allah’ın dileme,
irade kanunu.
kere:
defa.
kudret:
Allah’ın her şeye gücü
yetmesi.
küfür:
inkâr, dinsizlik.
mahiyet:
bir şeyin iç yüzü.
müz’iç:
sıkıcı, sıkıntılı.
nazara vermek:
dikkate sunmak.
nefis:
insanın maddî, bedeni
yönü.
nişan:
alâmet, iz.
niyaz:
Allah’a dua etme.
perdaz:
tertipleyen, düzenle-
yen, düzeltici.
rabian:
dördüncüsü.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, iyilik ve ihsanda bulunma.
rütbe:
birine meziyetinden
dolayı verilen paye, ünvan.
salisen:
üçüncüsü.
saniyen:
ikincisi.
sırat-ı müstakim:
istikametli
doğru yol.
sultan-ı Ezel:
başlangıcı ve so-
nu olmayan sultan; Allah.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet; karşılıksız yardım
etme.
şehbaz-ı edvarpervaz:
doğan
kuşu gibi kanat çırpan; her asrı
hâkimiyet kanatları altında tu-
tan Kur’ân için yapılan bir teş-
bih.
tarik:
yol, usul.
teselli verme:
avutma, acı
dindirme, güzel sözlerle rahat-
latma.
tevahhuş:
korkutma.
tevcih eyleme:
yöneltme.
teveccüh:
yönelme, ilgilenme.
vâesefâ:
ne yazık ki, yazıklar
olsun.
vakta:
ne zaman ki.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zaife:
güçsüz, zayıf.
zannetmek:
sanmak.
zevki:
tat veren.
zulmet:
karanlık, anlaşılmaz.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 738 |
Eski said dönEmi EsErlEri