Meselâ: noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin
nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki nok-
taların ellerinde birer âyine farz edilse, nokta-i merkezi-
yenin verdiği feyiz müzahemetsiz, tecezzisiz, tenakussuz
nispeti birdir. İşte mukabele sırrı.
Meselâ: Hakikî bir mizanın iki gözünde iki şems, iki
yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert, hangisi bulu-
nursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle hassas tera-
zinin bir kefesi süreyya’ya, bir kefesi serâya inebilir. İşte
muvazene sırrı!..
Meselâ: en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağı-
nı çevirdiği gibi çevirir. İşte intizamın sırrı!..
Meselâ: Bir mahiyet-i mücerrede bütün cüz’iyatına en
asgarına, en ekberine yorulmadan, tenakus etmeden, te-
cezzisiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat
müdahale edip tağyir edemez. İşte tecerrüdün sırrı!..
Meselâ: Bir kumandan “Arş!” emri ile bir neferi tah-
rik, bir orduyu tahrik eder. İşte itaat sırrı!..
zira her şeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir mey-
li var. Muzaaf meyil ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aşk, muzaaf
aşk incizaptır. Mahiyat-ı mümkinatın mutlaka kemali
mutlak vücuttur, hususî kemali istidadatını bilfiile çıkaran
has vücuttur. Bütün kâinatın “kün!” emrine itaati, bir
zerre neferin itaati gibidir. “kün!” emr-i ezelîsine müm-
kinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve şevk ve in-
cizap mümteziç, mündemiçtir. nukat-ı selâse, hususan
mahiyat-ı mümkinat:
yaratılanla-
rın mahiyeti, kimliği, yapısı.
mahiyet-i mücerrede:
soyut ma-
hiyet, kimlik.
meselâ:
örneğin, misal olarak.
meyil:
yönelme.
mizan:
terazi.
muhit:
yöre, çevre; dairenin çem-
beri.
mukabele sırrı:
mukabele inceliği,
bu hakikatin püf noktası.
mutlak:
kayıtsız, şartsız.
mutlaka:
herhâlde, elbette.
muvazene sırrı:
muvazenenin in-
celiği, bu hakikatin püf noktası.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki misli,
katmerli.
müdahale etmek:
karışmak.
mülk:
bir şeyin dış yüzü.
mümkin:
var edilmiş olanlar, yara-
tılanlar.
mümteziç:
imtizaç etmiş, imtizaç-
lı, karışık.
mündemiç:
kapsayan, içine alan,
içine yerleşen.
müzahemet:
çekişme.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nispet:
oran, kıyaslama.
nokta:
konu, husus.
nokta-i kemal:
kemal noktası; ol-
gunluk, eksiksizlik sınırı.
nokta-i merkeziye:
merkez nok-
ta.
nukat-ı selâse:
üç nokta.
sarf olmak:
harcamak, kullanmak.
sera:
arz, yeryüzü.
sır:
incelik, püf noktası.
süreyya:
Ülker yıldızı, Pervin.
şems:
güneş.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tağyir etmek:
değiştirmek.
tahrik:
hareket.
tahrik etmek:
hareket ettirmek,
harekete geçirmek.
tecerrüt sırrı:
tecerrüdün inceliği,
bu hakikatin püf noktası.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bölün-
me, ufalanma.
tenakus:
azalma, eksilme.
tenakus etmek:
azalmak, eksil-
mek.
terekküp etmek:
mürekkep ol-
mak, karışıp birleşmek, birden faz-
la şeyin birleşmesinden oluşmak.
teşahhusat:
kendini belli etmeler,
ayrılarak ortaya çıkmalar, şahıslaş-
malar.
vücut:
var olma, varlık.
zerre:
en küçük parça.
zira:
çünkü.
“arş” emri:
askeri harekete
geçiren emir.
asgar:
küçük.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme.
âyine:
ayna.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bilfiil:
lâfla değil, yaparak.
cevher-i fert:
ferdin cevheri;
zerre, en küçük cisim.
cihet:
yön, taraf.
cüz’iyat:
bir şeyin parçaları.
daire-i azîm:
büyük daire.
ekber:
büyük.
emr-i ezelî:
ezelî olan Zatın,
Allah’ın emri.
farz etmek:
kabul etmek, say-
mak.
feyiz:
nur, ışık.
hakikî:
gerçek.
has:
kendine ait.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
hususan:
özellikle.
hususî:
özel, kendine ait.
hususiyat:
hususî olan şeyler.
ihtiyaç:
gereği duyulan şey.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
incizap:
cezp edilme, çekilme.
intizam sırrı:
intizam inceliği,
bu hakikatin püf noktası.
istidadat:
kabiliyetler, yete-
nekler.
itaat:
boyun eğme.
itaat sırrı:
itaat kuralı, boyun
eğmenin gereği, sonucu.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kefe:
terazi gözlerinden her
biri, terazi gözü.
kemal:
olgunluk.
kumandan:
komutan.
“kün” emri:
“ol” emri.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 475 |
s
ünuHaT