Cumhur-i enbiyanın şarkta bi’seti, kader-i ezelînin bir
remzidir ki, Şarkın hissiyatına hâkim dindir. Bu gün âlem-i
İslâm’daki tezahürat da gösteriyor ki, âlem-i İslâm’ı uyandı-
racak, şu mezelletten kurtaracak yine o histir.
Hem de sabit oldu ki, bu devlet-i İslâmiyeyi bütün öl-
dürücü müsademata rağmen, yine o his muhafaza etmiş-
tir. Bu hususta garba nispetle ayrı bir hususiyete mali-
kiz. onlara kıyas edilemeyiz.
saltanat ve hilâfet gayr-i münfek, müttehid-i bizzattır.
Cihet muhteliftir. Binaen-aleyh, bizim padişahımız, hem
sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâm’ın bayrağıdır.
saltanat itibariyle otuz milyona nezaret ettiği gibi, hi-
lâfet itibarıyla, üç yüz milyonun mabeynindeki rabıta-i
nuraniyenin ma’kes ve istinatgâh ve medetkârı olmak
gerekir. saltanatı sadaret, hilâfeti meşihat temsil eder.
sadaret üç mühim şûraya bizzat istinat ediyor, yine ki-
fayet etmiyor. Hâlbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış mü-
nasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevza, efkâr-ı İslâmi-
yedeki teşettüt, fasit medeniyet tedahülüyle ahlâktaki
müthiş tedenni ile beraber, meşihat cenahı bir şahsın iç-
tihadına terk edilmiş.
Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. te-
sirat-ı hariciyeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda
edildi.
Hem nasıl oluyor ki, umurun besateti ve taklit ve tes-
lim cari olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine
sünnete uygun şekilde bir konuda
fikir ortaya koymaları, hüküm ver-
meleri.
istinat etmek:
dayanmak.
istinatgâh:
dayanak noktası, gü-
venilecek yer.
itibarıyla:
bakımından.
kader-i ezelî:
olmuş ve olacakla-
rın yer aldığı İlâhî ilim; her şeyin
kaydedildiği ezelî program.
kifayet etmek:
yeterli olmak.
ma’kes:
yansıma yeri; ayna.
mabeyn:
ara, münasebet, ilişki.
malik:
sahip.
medeniyet:
uygarlık.
medetkâr:
yardım eden, imdat
eden, nusret veren.
meşihat:
şeyhülislâmlık.
mezellet:
alçaklık, zelillik, aşağılık.
muhafaza etmek:
korumak, sak-
lamak, terk etmemek.
mukavim:
mukavemet eden, da-
yanıklı.
münasebat:
münasebetler, ilgiler,
bağlar.
müsademat:
çarpışmalar, tokuş-
malar, vuruşmalar.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
müttehid-i bizzat:
bizzat birlikte,
kendisi beraberce.
nezaret etmek:
gözetmek; idare
etmek.
nispet:
oran, kıyaslama.
rabıta-i nuraniye:
nurlu bağ.
remiz:
bir manayı ifade eden veya
bir manaya delâlet eden işaret ve
şekil.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sadaret:
sadrazamlık, sadrazamın
işi ve makamı.
Şark:
Doğu medeniyetlerini ifade
için kullanılır.
şûra:
devlet ve hükümet başkanı-
nın önemli işlerde, ileri gelenlere
danışması.
tedahül:
birbirinin içine girme, ka-
rışma.
tedenni:
kötü bir dereceye düş-
mek, alçalmak, gerilemek.
temsil etmek:
bir topluluğun veya
bir kuruluşun adına hareket et-
mek.
terk etmek:
vazgeçmek, bakma-
mak, ihmal etmek.
tesirat-ı hariciye:
dıştan gelen et-
kiler, dış tesirler.
teslim:
kendini Allah’ın emrine bı-
rakma.
teşettüt:
dağılma.
tezahürat:
belirmeler, ortaya çık-
malar.
umur:
işler, hususlar, şeyler.
velev ki:
farz edelim ki.
ahkâm-ı diniye:
dinin hüküm-
leri.
ahlâk:
iyi davranış, seciye, ta-
biat, huy.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
besatet:
basitlik, sadelik.
bi’set:
gönderme, gönderilme,
Allah’ın peygamber gönder-
mesi.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
buna binaen.
bizzat:
kendi kendisi.
cari:
geçerli, yürürlükte.
cenah:
taraf, kısım.
cihet:
vazife.
cumhur-i enbiya:
peygambe-
rin çoğunluğu.
devlet-i islâmiye:
İslâm dev-
leti.
efkâr-ı islâmiyet:
İslâmî düşü-
nüş, fikirler.
fasit:
bozuk, bozulmuş.
feda etmek:
gözden çıkar-
mak, uğruna vermek.
fert:
birey.
fevza:
kargaşalık, anarşi.
Garp:
bir fikri ve medeniyeti
ifade için kullanılır; Avrupa
medeniyeti.
gayr-i münfek:
bitişik, ayrıl-
maz.
hâkim:
hükmeden.
halife:
Peygamberimizin vekili
olarak Müslümanları yöneten
kimse.
hilâfet:
halifelik; Peygamberi-
mizin vekili olarak din ve dün-
ya işlerinde umumî reislik.
hissiyat:
hisler, duygular.
hususiyet:
özellik.
içtihadat:
içtihatlar, dini konu-
larda verilen hükümler.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î
esaslar dâhilinde Kur’ân ve
Eski said dönEmi EsErlEri
| 485 |
s
ünuHaT