dedim:
“devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer mu-
harebesine terk-i mevki ediyor. zira beşer esir olmak is-
temediği gibi, ecir olmak da istemez. galip olsa idik,
hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidâ-
neye belki daha şedidâne kapılacak idik. Hâlbuki o cere-
yan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâm’a münafi,
hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine
mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. eğer
ona yapışsa idik, âlem-i İslâm’ı fıtratına, tabiatına muha-
lif bir yola sürükleyecek idik. Şu medeniyet-i habise ki,
biz ondan yalnız zarar gördük ve nazar-ı şeriatta merdut
ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden; maslahat-ı be-
şer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-i in-
kıraz, sefih, mütemerrit, gaddar, manen vahşî bir mede-
niyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.”
Meclisten biri dedi:
“neden şeriat şu medeniyeti
(HaşİYe)
reddeder?
yıkılmaya mahkûm olan.
manen:
duyguca, ruhça, mana iti-
barıyla.
maslahat-ı beşer:
insana olan fay-
da.
meclis:
topluluk, hey’et.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
medeniyet-i habise:
pis, çirkin,
kötü medeniyet.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
menfaat:
fayda, kâr.
mensuh:
hükmü kaldırılmış, hü-
kümsüz bırakılmış.
merdut:
reddolunmuş, kovulmuş.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren.
muharebe:
savaşma, savaş, cenk,
harb.
murat:
kastedilen, istenen.
mübayin:
uymayan, benzeme-
yen, zıt.
müellif-i muhterem:
saygıdeğer,
muhterem müellif, saygıdeğer ya-
zar.
münafi:
zıt, ters, aykırı.
mütemerrit:
inatçı.
namzet:
aday.
nazar-ı şeriat:
dine göre, dinde,
Cenab-ı Hakkın emirlerine göre.
racih:
tercih edilen, diğerinden üs-
tün.
sefahat:
akılsızlık ederek, sonunu
düşünmeden nefsî istek ve arzula-
ra boyun eğmek.
sefih:
rezil, adî, aşağılık.
seyyiat:
suçlar, günahlar.
sulh-i umumî:
dünya barışı.
şedidâne:
şiddetli bir şekilde.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi; din.
tabakat-ı beşer:
insan tabakaları.
tabiat:
karakter, huy.
tabiat-ı âlem-i islâm:
İslâm âlemi-
nin karakteristik yapısı.
taklit etmek:
başkasının fikir ve
görüşlerine körü körüne uymak,
onun gibi hareket etmek.
temin etmek:
sağlamak.
terk-i mevki etmek:
yerini, mev-
kiini terk etmek, bırakmak.
vahşî:
medenîleşmemiş, barbar.
zalimâne:
zalimce.
zannetmek:
sanmak, kesin olarak
bilmeksizin kuvvetli ihtimalle hük-
metmek.
zemin:
yer; yeryüzü.
zira:
çünkü.
zirüzeber:
altüst, karmakarışık,
darmadağın.
ahmak:
pek akılsız, sersem,
budala.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
belki:
öyledir, muhakkak ki.
beşer:
insanlık.
cereyan:
fikir akımı, siyasî ha-
reket.
cereyan-ı müstebidâne:
ka-
nun ve kaideye bağlı olmaksı-
zın hareket eden cereyan.
dehşetli:
korkunç.
deruhte etmek:
üstüne al-
mak, yüklenmek, kendini va-
zifeli bilmek.
ecir:
ücret, mukabil, karşılık.
ehl-i iman:
iman edenler, ina-
nanlar.
ekseriyet-i mutlaka:
çokluk,
kesin çoğunluk.
esir:
tutsak; kul, köle.
fetva:
hüküm veya karar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
galebe etmek:
galip gelmek,
üstünlük.
galip:
üstün gelen, yenen,
hükmeden.
günahkâr:
günahlı, günah işle-
yen.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
harap etmek:
yıkmak, yıkıma
uğratmak.
harb-i umumî:
dünya savaşı.
hasenat:
güzellikler, iyilikler.
hasım:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
himaye:
koruma.
ilâve etmek:
eklemek.
inşaallah:
Allah dilerse.
intibah-ı beşer:
insanlığın
uyanışı.
istikbal:
gelecek zaman.
mahkûm-i inkıraz:
sönmeye
HaşİYe:
Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bu-
lunan iyiliklerdir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ah-
maklar o seyyiatları, o sefahatleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı
harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı ha-
senatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip,
o günahkâr medeniyeti zirüzeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla
bulaştırdı. İnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvveti ile, medeniyetin me-
hasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-i
umumîyi de temin edecek.
(müellif-i muhteremi sonradan ilâve etmiştir.)
Eski said dönEmi EsErlEri
| 491 |
s
ünuHaT