dedim:
“Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. nok-
ta-i istinadı kuvvettir. o ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i
kastı menfaattir. o ise, şe’ni tezahumdur. Hayatta düs-
turu cidaldir. o ise, şe’ni tenazudur. kitleler mabeynin-
deki rabıtası, aheri yutmakla beslenen unsuriyet ve men-
fi milliyettir. o ise, şe’ni böyle muhiş tesadümdür. Cazi-
bedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin
ve metalibini teshildir. o heva ise, şe’ni insaniyeti dere-
ce-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın
mesh-i manevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden ço-
ğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, may-
mun postu görülecek gibi hayale gelir.
“İşte onun için bu medeniyet-i hâzıra; beşerin yüzde
seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh
saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne beyne bırakmış.
saadet odur ki; külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i
kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan kur’ân, ancak
umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden
bir medeniyeti kabul eder.
“Hem serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-i
zaruriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Beda-
vette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şe-
ye muhtaç ve fakir etmiştir. sa’y, masrafa kâfi gelmedi-
ğinden; hileye, harama sevk etmekle ahlâkın esasını şu
noktadan ifsat etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet,
haşmete bedel ferdi, şahsı, fakir, ahlâksız etmiştir.
aher:
başka, diğer, gayri.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
bedavet:
bedevîlik, medeniyetten
uzaklık.
bedel:
karşılık.
beşer:
insanlık.
beyne beyne:
şöyle böyle ne iyi
ne kötü, ikisinin ortası.
cazibedar:
çekici.
cemaat:
topluluk.
cidal:
tartışma; kavga, çarpışma,
savaş.
derece-i melekiyet:
meleklik de-
recesi.
dereke-i kelbiyet:
köpeklik dere-
cesi.
düstur:
kanun, kaide.
ekall-i kalil:
azın azı, pek az, en az.
ekser:
büyük kısım.
ekseriyet:
çokluk, çoğunluk.
esas:
asıl.
fakir:
muhtaç, düşkün, yoksul.
fert:
birey.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
haşmet:
ihtişam, gösterişlilik.
havaic-i gayr-i zaruriye:
zarurî ol-
mayan ihtiyaçlar.
havaic-i zaruriye:
zarurî ihtiyaç-
lar.
hedef-i kasıt:
asıl varılmak iste-
nen maksat.
heva:
nefsin zararlı ve günah olan
arzuları.
heves:
istek ve arzular.
hınzır:
domuz.
hile:
aldatmaya, kandırmaya yö-
nelik tertip, düzen, desise.
hizmet:
bir uğurda bir işin yapıl-
ması için çalışma.
hükmüne:
yerine.
ifsat etmek:
fesada uğratmak,
bozmak.
insaniyet:
insanlık.
kâfi:
yeterli.
kitle:
insan topluluğu.
küll:
bütün.
lâakal:
hiç olmazsa.
mabeyn:
ara, münasebet, ilişki.
masraf:
sarf etmek ve harcamak.
medenî:
uygar, modern.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
menfaat:
fayda, kâr.
menfi:
negatif, olumsuz.
mesh-i manevî:
manevî değer-
lerden silinme, maneviyattan arın-
ma; manen kararma.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
metalip:
talep olunan, istenen
şeyler, istekler, arzular.
muhiş:
korku ve dehşet veren,
korkutan, ürküten.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mümevveh:
hayali; düzme, uy-
durma.
nev-i beşer:
insanoğlu.
nevi:
sınıf.
nokta:
konu, husus.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
rabıta:
bağ.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me.
sa’y:
çalışma, iş görme, emek
sarf etme.
saadet:
mutluluk.
servet:
varlık, mal, mülk.
sevk etmek:
göndermek ; yol-
lamak, ulaştırmak.
şe’n:
özellik, yapı, istidat.
şekavet:
bedbahtlık, bahtı ka-
ralık.
tahakküm:
hükmü altına al-
ma.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tazammun etmek:
içine al-
mak, içermek.
tecavüz:
haddini aşma.
teessüs etmek:
kurulmak, te-
şekkül etmek, oluşmak.
tenazu:
çekişmek, birbiriyle
uğraşma.
tesadüm:
çarpışma, tokuşma,
vuruşma.
teshil:
kolaylaştırma, kolay
hale getirme.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme; gayrete getirme.
tezahum:
sıkıntı verme, zah-
met verme.
unsuriyet:
bir kavmi veya
kendi soyunu daha şerefli say-
mak, milliyetçilik.
s
ünuHaT
| 492 |
Eski said dönEmi EsErlEri