dedim:
Musibetzede mükâfat ister. Ya amir-i hatadarın hase-
natı verilecektir, o ise, hiç hükmünde veya hazine-i gayp
verecektir. Hazine-i gaypta böyle işlerdeki mükâfatı ise
derece-i şahadet ve gaziliktir.”
Baktım meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım,
terli el pençe yatakta oturmuş kendimi buldum. o gece
böyle geçti...
a a a
Aynı gün pürümit, başka ve dünyevî bir meclise git-
tim. dünyevîler dediler:
“neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?”
dedim:
(1)
p
án
°SÉn
«°u
ùdGn
h p
¿Én
£r
«s
°ûdG n
øp
e $Ép
H o
Pƒo
Yn
G
“evet, İstanbul siyaseti İspanyol hastalığı gibi bir has-
talıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat deği-
liz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oy-
nuyoruz. o tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal
edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.
Madem ki menba Avrupa’dadır. gelen cereyan ya men-
fi veya müspettir.
Menfiye kapılan harf gibi
(2)
/
?p
ôr
«n
Z p
¢ùr
Øn
f ?/
a »k
ær
©n
e '
¤n
Y s
?n
O
yahut
(3)
/
¬p
°ùr
Øn
f ?/
a »k
ær
©n
e '
¤n
Y t
?o
ón
j n
’
tarif edilir.
amir-i hatadar:
hatalı idareci.
asammâne:
sağırcasına, duyma-
macasına.
bilvasıta:
vasıta ile.
cereyan:
fikir akımı, siyasî hare-
ket.
delâlet etmek:
alâmet, işaret, iz;
delil olma, göstermek.
derece-i şahadet ve gazilik:
Allah
yolunda cihad edenlere verilen şe-
hitlik ve gazilik mertebeleri.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
el pençe:
elleri önde kavuşturarak
saygıyla duruş.
eser-i telkin:
başka biri tarafından
aşılanan fikir.
hasenat:
güzellikler, iyilikler.
hazine-i gayp:
görünüp bilinme-
yen âlemdeki hazine, Allah’ın ha-
zinesi.
hezeyan:
saçmalama, abuk sabuk
konuşmak.
hükmünde:
değerinde.
icra etmek:
yürütme, bir kararı,
bir düşünceyi gerçekleştirmek.
istihsan etmek:
güzel bulmak,
beğenmek.
madem:
değil mi ki.
mana:
anlam.
meclis:
topluluk, hey’et.
menba:
kaynak.
menfi:
müspet olmayan, ne-
gatif, olumsuz.
musibetzede:
musibet gör-
müş, felâkete uğramış, belâya,
kazaya uğrayan.
mükâfat:
değerlendirici, se-
vindirici davranış.
müspet:
menfi olmayan, pozi-
tif, olumlu.
müteharrik:
hareket eden, kı-
mıldayan, oynayan.
müteharrik-i bizzat:
kendi
başına hareket eden.
pürümit:
ümit dolu, çok fazla
ümitli olan.
siyaset:
politika.
şer:
kötülük.
tahrip:
harap etmek, yıkmak.
tarif etmek:
anlatmak, bir
kavramı kelimelerle ifade et-
mek.
telkin etmek:
fikir aşılamak,
öğüt vermek, zihinde yer ettir-
mek.
tenvim:
uyutmak, uyuştur-
mak; hipnotize etmek.
yahut:
veya, bir diğeri.
s
ünuHaT
| 496 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.
2.
Başkasındaki bir manaya delâlet eder.
3.
Kendi kendine bir manaya delâlet etmez.