Rüyanın Zeyli
rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hik-
metin ihmali, musibeti değil, gadap ve kahrı celp etti.
Cezası da keffaretü’z-zünup değil, kessaretü’z-zünup ol-
du. Haccın bahusus tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teş-
rik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İs-
lâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki,
düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama
zemin ihzar etti.
İşte Hind, düşman zannederek, hâlbuki pederini öl-
dürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
İşte tatar, kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs,
bîçare valideleri olduğunu, “Ba’de harabi’l-Basra” anlı-
yor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp,
hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi va-
veylâ ediyor.
İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek
öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip ahu-
fizar ediyor.
Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca
şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bay-
rağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi.
ve musibetler.
kessaretü’z-zünup:
günahların
çoğalması.
maslahat-ı vâsia-i içtimaiye:
top-
lum yaşayışına olan büyük fayda.
musibet:
felâket, dert, sıkıntı.
peder:
baba, ata.
sefer-i hac:
hacca gitmek; hac yol-
culuğu.
siyaset-i âliye-i islâmiye:
İslâm
dininin yüce siyaseti.
sükût etmek:
susmak, sessiz kal-
mak.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şedd-i rahl:
yola çıkma, yolcu ol-
ma.
şerr-i mahz:
tamamen kötülük.
Tatar:
Müslüman Türk boyların-
dan birinin adı; bu boydan olan
kimse.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tearüf:
birbirini tanıma, tanışma.
teavün:
yardımlaşma, birbirine
yardım etme.
teşrik-i mesai:
birlikte çalışmak,
işbirliği yapmak, bir işi beraber
yapmak.
tevhid-i efkâr:
fikir birliği.
valide:
ana, anne.
valide:
ana, anne.
vaveylâ:
çığlık, yaygara, feryat.
zannetmek:
sanmak, kesin olarak
bilmeksizin kuvvetli ihtimalle hük-
metmek.
zemin:
uygun ortam.
zeyil:
ek, ilâve.
âhufizar etmek:
yanıp yakın-
mak, hasret ve özleyiş ile ya-
karış ve ağlayış.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
arab:
Arab ülkeleri, milletleri.
ba’de harabi’l-Basra:
“İş işten
geçtikten sonra” anlamına ge-
len bir deyiş.
bahusus:
özellikle, hususiyet-
le, en çok.
bayraktar:
bayrak taşıyan.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
birader:
kardeş; dost.
celp etmek:
çekmek, getir-
mek.
ehl-i islâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
gadap:
hiddet, öfke.
gaflet:
çevresinde olanların
farkına varamamak.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
hayret:
şaşkınlık hâli.
hayr-ı mahz:
mutlak hayır,
hayrın ta kendisi.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep; gizli, bilinmeyen
nokta.
Hind:
Hindistan halkı.
ihmal:
önemsememe, gere-
ken ilgi ve önemi gerektiği şe-
kilde göstermeme.
ihzar etmek:
hazırlamak.
istihdam:
hizmet ettirmek, ça-
lıştırmak.
kafkas:
Kafkasya’da yaşayan-
lar.
kahır:
büyük eziyet, cefa.
kahraman:
yiğit, cesur, baha-
dır.
kefaretü’z-zünup:
mü’minle-
re, işledikleri günahların affı
için Allah tarafından verilen
kefaret hükmündeki hastalık
Eski said dönEmi EsErlEri
| 501 |
s
ünuHaT