Birinci Menba:
en azîm icma sırrını ve en vâsi te-
vatürün manasını tazammun eden milyonlar ehl-i haki-
katin ittifakıdır.
sırr-ı icma ve tevatür noktasından tecelli eden bir
hads-i mukni ile o netice zihinde karar kılmıştır. zira her
bir muhakkikin bir bürhanı var. Ve o bürhanın mahiyeti
teşhis edilmese de, vücudu kat’iyen malûmdur.
Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki, milyar-
lar huyut-i bürhandan teşekkül etmiş şu habl-i metîni ke-
sebilsin. Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gel-
mez ehl-i tahkikin her biri, bir bürhan veya berahin ile
hakikat olarak görmüşler. demek, onların bütün bür-
hanları sarsılmaz bir bürhandır. Çünkü o bürhanları tanı-
masa da, vücutlarını bilir. Hadsin zengin bir menbaıdır.
İkinci Menba:
kâinatın bütün şehadatıdır.
Üçüncü Menba:
Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi
daha çok menbalar vardır.
İşte bu hads, bütün menabii söndürülmezse, sönmez.
Şüphe, bir delili, yüz delili atsa da, medlûle iras-ı zarar
edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde
kaim değildir.
zihnin cüz’iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla ispatına
çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berahinin vazife-
si menfidir; matlâbı tavzih eder, tasfiye eder, bazen de
takviye eder.
varmak, kanaat edinmek.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin olarak.
kubbe-i âliye:
yüce, yüksek kub-
be.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, haki-
kati, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret olduğu, ni-
telik.
malûm:
bilinen.
mana:
anlam.
matlâp:
talep edilen, meram,
maksat, istenilen şey, istek halle-
dilecek mesele.
medlûl:
delillendirilen, kanıtlanan,
ispatlanan.
menabi:
menbalar, kaynaklar.
menba:
kaynak.
menfi:
olumsuz etki bırakan.
muhakkik:
gerçeği araştıran.
müşteri:
istekli, talip.
nazarıyla:
bakışıyla.
netice:
sonuç.
nokta:
durum yön, cihet.
şehadat:
tanıklıklar, şahitlikler.
sır:
bir şeyin veya işin dikkat, tec-
rübe, yetenek ve tecrübe ile anla-
şılabilen en zor ve en ince yanı, in-
sanın aklının erişemediği İlâhî hik-
met.
sırr-ı icma:
müçtehit olan İslâm
âlimlerinin dinî bir konuda aynı sö-
zü söylemeleri, bir konuda görüş
birliğine varmalarının manevî ha-
kikati.
şüphe:
tereddüt, kuşku.
takviye etmek:
kuvvetlendirmek,
sağlamlaştırmak, teyit ve tasdik
etmek.
tasfiye etmek:
saflaştırmak, arıt-
mak temizlemek.
tavzih etmek:
açıklamak, açık an-
latmak, izah etmek, iyice aydınlat-
mak.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tecelli etmek:
açılıp belirmek,
açıkça ortaya çıkmak.
teşekkül etmek:
meydana gel-
mek.
teşhis :
ne olduğunu anlama.
tevatür:
içinde yalan ihtimali bu-
lunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluşan büyük
bir topluluğa ait haber.
tevatür:
içinde yalan ihtimali bu-
lunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluşan büyük
bir topluluğa ait haber.
vahdet:
birlik ve teklik.
vâsi:
geniş.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
duygu.
vücut:
var olma, varlık.
zira:
çünkü.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
berahin:
deliller, kanıtlar.
bürhan:
delil, kanıt.
cüz’iyet:
azlık, cüz’î oluş, kü-
çüklük.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
şahit, belge, kanıt.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler Allah
adamı.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıran-
lar, gerçeğin peşinden giden-
ler.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
habl-i metin:
sağlam ip.
hads:
zihnin bir şeyi vasıtasız,
birdenbire ve bir bütün hâlin-
de kavrayarak bilmesi duru-
mu, seziş.
hads-i mukni:
uzunca araştır-
maya gerek olmadan elde edi-
len ikna edici, kesin bilgi.
hakikat:
gerçek.
hasebiyle:
dolayı, cihetince,
gereğince.
hasr:
sınırlama.
hatar:
tehlike.
huyut-i bürhan:
delil ipi.
icma:
müçtehit olan İslâm
âlimlerinin dinî bir konuda ay-
nı sözü söylemeleri, bir konu-
da görüş birliğine varmaları.
iras-ı zarar:
zarar verme.
ispat:
kanıtlama, delillendir-
me, kesinleştirme.
istidlâlât:
deliller, şahitler.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği et-
me.
kaim:
varlığı sürüp gitme, da-
im olma.
karar kılmak:
Bir iş, konu ve-
ya şey hakkında kesin hükme
Eski said dönEmi EsErlEri
| 511 |
r
umuz