“evet. lâkin bize bulaşmış olan encesin temizliği he-
sabına, onun izalesine çalışan necise ‘necis!’ demekle
onu da kendimize sıçratmak, maslahat olmasa gerektir.
Mesela, bir hınzır seni boğuyor. Bir ayı da onu boğuyor.
Ayının bağrına dürtmekle kendine musallat etmek, akıl-
dan ziyade cünundur. zaten bir cinnet-i müstevliye dün-
yaya dağılmıştır.”
"küfrün inşikakından ne görüyorsun?”
“İttihad-ı İslâm.”
“İttihad-ı İslâm nedir?”
“İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale müm-
ted bir meclis-i nurânîdir ki, el’an üç yüz milyondan faz-
la bulunur ki, gafletinden nâşi gayr-i meş’ur bir surete
girmiş olan bir rabıta-i metîn ile birbiriyle merbutturlar.
Misak-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o
cemiyete dâhil olmuşuz. ehl-i tevhidiz, ittihada memu-
ruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve
tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi resul-i ek-
remdir (a.s.m.), kanun-i esasîsi kur’ân-ı Azîmüşşan’dır.
Bütün efrat mabeynindeki rabıta-i nuraniyeyi şuurî bir
surette ihtizaza getirmekle, bütün o şubelere ifaza-i nur
etmek zamanı gelmiştir.
İşte, kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâm’-
ın “Hacerü’l-esved”i kâbe-i Mükerreme’dir ve dürretü’l-
beyzası ravza-i Mutahhara’dır, Mekke-i Mükerremesi
Ceziretü’l-Arap’tır, medine-i medeniyet-i münevveresi
devlet-i osmaniyedir.
bağır:
böğür, karnın altındaki boş-
luk.
cemiyet:
manevî birlik teşkil eden
cemaat.
cenup:
güney.
Ceziretü’l-arap:
Arap Yarımadası.
cinnet-i müstevli:
her yeri kapla-
yan delilik.
cünun:
delilik.
dâhil olmak:
içinde bulunmak,
katılmak.
devlet-i Osmaniye:
Osmanlı Dev-
leti.
dürretü’l-beyza:
beyaz parlak in-
ci.
efrat:
fertler.
ehl-i tevhid:
tevhid ehli, Cenab-ı
Hakkın birliğini bilip inanan ve sa-
dece bir Allah’a bağlanıp ibadet
eden kimse.
el’an:
hâli hazırda, şimdi.
ences:
daha pis.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nefsinin
arzularına dalmak.
garp:
batı.
gayr-i meş’ur:
şuur harici, bilinç-
siz, hissedilmeyen.
Hacerü’l-Esved:
Kâbe’de bulunan
meşhur siyah taş.
hesabına:
adına.
hınzır:
domuz.
ifaza-i nur:
nuranî feyizlendirme
nur saçma.
ihtizaza getirmek:
harekete ge-
çirmek.
iman:
inanç.
inşikak:
çatlama, bölünme, parça-
lanma.
ittihad-ı islâm:
İslâm birliği.
ittihad-ı münevver-i islâm:
İs-
lâm’ın nurlu aydınlık birlikteliği.
ittihat:
bir olma, birleşme aynı fi-
kirde olma, aynı noktada birleş-
me.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kâbe-i mükerreme:
büyük, yüce,
ulu Kâbe, hürmet ve tazim edilen
Kâbe.
kâbe-i saadet:
mutluluk ideali, ül-
küsü.
kanun-i esasî:
anayasa ana pren-
sipler, ana esaslar, ana kanun.
küfür:
inançsızlık.
kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
lâkin:
fakat, ancak.
mabeyn:
ara.
maslahat:
fayda, yarar.
meclis-i nuranî:
nurlu topluluk,
heyet.
medaris:
medreseler.
medine-i medeniyet-i münevve-
resi:
nurlu medeniyet şehri.
mekke-i mükerreme:
Kerem-
li, aziz, mukaddes Mekke şeh-
ri.
memur:
emir ile hareket
eden, emir altında olan.
merbut:
bağlı.
mesacid:
mescitler.
meselâ:
misal olarak.
misak-ı ezeliye:
ezelî sözleş-
me Allah’ın ruhları yarattığı za-
man, onlara, “Ben sizin Rabbi-
niz değil miyim?” dediğinde
onların, “Evet, Rabbimizsin” di-
ye cevap vermeleri hâdisesi.
mümtet:
uzayan, uzanan.
musallat:
çok rahatsızlık ve-
ren, aşırı derecede sataşan.
nâşi:
dolayı, ötürü, sebebiyle.
necis:
pis.
necis:
pis.
peyman:
yemin, and, kasem.
rabıta-i metin:
sağlam bağ.
rabıta-i nuraniye:
nurlu bağ.
ravza-i mutahhara:
Peygam-
ber Efendimizin (a.s.m.) Medi-
ne’deki mübarek kabr-i şerif-
leri.
reis:
başkan.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz
Muhammed (a.s.m.).
şark:
doğu.
şimal:
kuzey.
şube:
bölüm, kısım, takım.
suret:
biçim, şekil, tarz, usul.
şuurî:
şuurluca, bilinçli şekilde.
tekâyâ:
tekkeler.
zaten:
çünkü.
zevâyâ:
küçük tekkeler, zavi-
yeler.
ziyade:
çok.
r
umuz
| 514 |
Eski said dönEmi EsErlEri