Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 512

tetkik iki çeşittir: Biri gittikçe, nûrun alâ nur, tenevvür
eder; diğeri gittikçe şübehatın zulümatına düşer. Meselâ,
bir tatlı suyun menbaı var. o menbadan binlerce cedavil
ve cetvellerden şubeler teferru ederek çok yerlerde dola-
şıp bazı ecza-i âhar ile bulaşmış. İşte bir adam menbaı
gördü, tattı; hakkalyakinle tatlılığını anlamış. teşaubatın
ittisalini derk etmiş. sonra hangi cetvele, yahut her han-
gi fer’e rastgelse, edna bir emare tatlılığına dair ona ka-
naat verir; tâ aksi kat’î bir delille tebeyyün edinceye ka-
dar. o vakit “Başka madde karışmış” der. Bu nevi nazar
ve tetkik, imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder.
ikinci nazar:
Menbadan aşağı inmeye bedel, aşağıda
gezer. Bu ise hangi fer’e rastgelse, acılığına bir emare
görse, şüpheye düşer, tatlılık için delil-i kat’î arzu eder.
Heyhât! Her yerde bürhan ele gelmez. Böyle incecik bir
fer’e cesîm bir neticeyi bindirmek ister. git gite şüphe,
emniyetsizlik tezayüt eder. Hem de akl-ı nazar pencere-
siyle eşyaya bakar. Hâlbuki mahall-i iman olan kalb,
hads
ve
ilham
gibi isimlerle tâbir edilen bir
hiss-i sadise-i
bâtıniye
ile hakaika bakar ki, enbiyada vahiy o hisse gö-
redir.
nazar-ı aklî kendi desatiriyle çok fakirdir ve dardır.
pek çok hakaika karşı kàsır olur. kavrayamadığından,
“Hakikat değil!” der, reddeder.
• • •
Birinsîtarafındansoruldu:
(1)
p
¬ r
«n
?n
Y '
¤r
© o
j n
’n
h ƒo
? r
©n
j t
?n
ër
dn
G
Halbuki kâfir Müslümana galebe eder.”
akl-ı nazar:
göze inen akıl; gördü-
ğüyle yetinme.
aksi:
ters, zıt.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
bedel:
karşılık.
bürhan:
delil.
cedavil:
cetveller, su yolları.
cesim:
önemli, büyük.
cetvel:
su yolu.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
şahit, belge, tanık.
delil-i kat’î:
kesin delil.
derk etmek:
anlamak, kavramak.
desatir:
düsturlar, kaideler, kural-
lar, prensipler.
ecza-i âhar:
başka parçalar.
edna:
az, pek az.
emare:
alâmet.
emniyet:
güven.
enbiya:
peygamberler.
eşya:
varlık.
fer’:
kol, dal, şube, kısım, bölüm.
galebe etmek:
yenmek, üstün
gelmek.
hads:
zihnin bir şeyi vasıtasız, bir-
denbire ve bir bütün hâlinde kav-
rayarak bilmesi durumu, seziş.
hakaik:
hakikatler, gerçekler, doğ-
rular.
hakikat:
gerçek.
hakkalyakin:
bizzat yaşayarak
kesin bilgi edinme.
hâlbuki:
oysa ki.
heyhat:
eyvah, yazık, ne yazık.
his:
duygu.
hiss-i sadise-i bâtınî:
içe ait, dâhilî,
görünmeyen altıncı his.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
insî:
insan cinsinden.
ittisal:
yakınlık.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kanaat vermek:
inandırmak.
kàsır:
eksik, kısa, yetersiz.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kuvvet:
güç, kudret.
mahall-i iman:
imanın olduğu yer.
menba:
kaynak.
meselâ:
misal olarak.
nazar:
bakış.
nazar-ı aklî:
akla ait olan ba-
kış.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
nurun alâ nur:
nur üstüne nur
güzelden de güzel, iyiden de
iyi, aydınlıktan da aydınlık.
rast gelmek:
karşılaşmak.
reddetmek:
kabul etmemek.
şube:
bölüm, kısım dal.
şübehat:
şüpheler, kuruntular.
şüphe:
tereddüt, kuşku.
tabir etmek:
yorumlamak.
tebeyyün etmek:
açığa çık-
mak, görünmek, belli olmak,
anlaşılmak.
teferru etmek:
bir çok kollara
bölünmek.
tenevvür etmek:
parlamak.
teşaubat:
şubeleşme, kollara
ayrılma.
tetkik:
inceleme, araştırma.
tezayüt etmek:
artmak, ço-
ğalmak.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikatle-
ri peygamberlere bildirmesi.
vakit:
zaman.
zulümat:
karanlıklar, küfrün
karanlıkları.
r
umuz
| 512 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Hak en yücedir, hiçbir şey ondan yüce ve üstün olamaz, ona galip gelemez. (Buharî, Cenaiz:
79’daki rivayette İslâmiyet olarak geçer.)
1...,502,503,504,505,506,507,508,509,510,511 513,514,515,516,517,518,519,520,521,522,...790
Powered by FlippingBook