(1)
Gh o
ôp
Ñn
àr
YÉn
a
p
äG n
Qƒo
¶r
n
Ùr
G o
í«/
Ño
J p
äG n
Qh o
ô s
°†dG s
¿
n
G BÉn
ªn
c
(2)
p
än
Óp
µ°r
ûo
Ÿr
G o
?u
¡n
°ùo
J n
?p
d'
òn
c
korkaklıkta darbımesel hükmünde olan tavuk, çocuk-
ları yanında iken şefkat-i cinsiyesiyle camusa saldırır. İş-
te dehşetli bir cesaret!..
Hem darbımesel olmuş, keçi, kurttan havfı, “ıztırar”
vaktinde mukavemete inkılâp eder, boynuzuyla kurdun
karnını deldiği vakidir. İşte harika bir şecaat!..
Fıtrî meyelân, mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın
bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa maruz bırakıl-
sa, meyl-i inbisat demiri parçalar.
evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şe-
caati gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün
bürudetli husumet-i kâfirânesine maruz kaldıkça her şeyi
parçalar. (rus mojikleri buna şahittir.)
Bununla beraber imanın mahiyetindeki harikulâde şe-
hamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesent şeca-
at, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri
gösterebilir.
Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat
Hiç böyle müebbet mi kalır zulmet-i âlem.
a a a
âlempesent:
herkesin beğendiği.
beraber:
bir arada.
bürudet:
soğukluk, soğuk olma.
camus:
manda, su sığırı, kömüş.
cesaret:
atılganlık, gözü peklik.
darbımesel:
bir hâdiseden dolayı
söylenen hikmetli söz.
dehşetli:
korkunç.
elbette:
şüphesiz; eninde sonun-
da.
fıtrî meyelan:
yaratılıştan olan
meyil, özellik.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gülle:
top mermisi.
hamiyet:
gayret, çaba.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
harika:
olağanüstü.
harikulâde:
olağanüstü.
havf:
korku, korkma; fobi.
helâl:
din bakımından günah ol-
mayan şey.
heyecan:
coşkunluk, coşmak.
husumet-i kâfirâne:
kâfirce düş-
manlık, kâfirin düşmanlığı.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
ıztırar:
zorunluluk, çaresizlik.
ıztırarî şecaat:
mecburiyetin ver-
diği cesaret, kahramanlık.
ibret almak:
bir olaydan, kötü bir
durumdan ders almak, ders çıkar-
mak.
inkılâp etmek:
bir hâlden başka
bir hale geçme, değişme, dönüş-
me.
intibah:
uyanış, gafletten sıyrılma.
izzet-i islâmiye:
İslâm’ın gerektir-
diği haysiyet, şeref, yücelik.
mahiyet:
nitelik, keyfiyet.
maruz:
bir şeyin karşısında, tesiri
altında.
meyl-i inbisat:
genişleme meyli,
yayılma isteği.
mu’cize:
olağan üstü durum, hâl.
mukavemet:
karşı koymak, da-
yanmak, direnmek.
mukavemetsûz:
mukavemeti
yok eden, dayanılmaz hâle ge-
tiren.
müebbet:
sonsuza kadar de-
vam eden.
rus mojikleri:
Rus köylüleri.
şahit:
delil.
şecaat:
yiğitlik, cesurluk, kah-
ramanlık.
şefkat-i cinsiye:
cinse ait şef-
kat; aynı cinsten olanların bir-
birlerine karşı duydukları mer-
hamet, sevgi, şefkat duygusu.
şefkatli:
içten ve karşılıksız
merhamet gösteren.
şehamet:
zekâ ve akıllılıkla
beraber olan cesaret, yiğitlik.
şems-i hakikat:
hakikat güne-
şi.
tabiat:
karakter, seciye, mizaç.
uhuvvet-i islâmiye:
İslâm
kardeşliği.
vaki:
vuku bulan, olan.
vakit:
zaman.
zaruret:
şiddetli ihtiyaç; mec-
buriyet, zorunda olmak, zo-
runluluk.
zulmet-i âlem:
âlemin karan-
lığı.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
s
ünuHaT
| 502 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Bundan ibret alın!
2.
Zaruretler haramı helâl kıldığı gibi, zorlukları da kolaylaştırır.