“kurun-i Ulânın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir
defada kustu!
“Âlem-i İslâm’ın şu medeniyete karşı istinkâfı ve so-
ğuk davranması ve kabulde ıztırabı cây-ı dikkattir. zira is-
tiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâ-
hî hidayet, roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz, imti-
zaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz.
“Bir asıldan tev’em olarak neş’et eden eski roma ve
Yunan iki dehaları, su ve yağ gibi mürur-i a’sar ve me-
deniyet ve Hristiyanlığın temzicine çalıştığı hâlde yine is-
tiklâllerini muhafaza, âdeta tenasuhla o iki ruh şimdi de
başka şekillerde yaşıyorlar. onlar tev’em ve esbab-ı tem-
ziç varken imtizaç olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-i hi-
dayet, o muzlim medeniyetin esası olan roma dehasıyla
hiç bir vakit mezç olunmaz, bel’ olunmaz.”
dediler:
“Şeriat-ı garradaki medeniyet nasıldır?”
dedim:
“Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve
emrettiği medeniyet ise ki; medeniyet-i hâzıranın inkışa-
ından inkişaf edecektir. onun menfi esasları yerine,
müspet esaslar vazeder. İşte:
“nokta-i istinat kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet
ve tevazündür. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki,
şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetülvahdet de unsuri-
yet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî vatanî, sınıfîdir ki;
lık.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
menfaat:
fayda, kâr.
menfi:
müspet olmayan, negatif,
olumsuz.
mezç:
katma, karıştırma.
milliyet:
bir milleti diğer milletten
ayıran hâller ve özellikler.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
muhafaza:
koruma.
muzlim:
dehşetli, uğursuz.
mümtaz:
ayrıcalıklı, üstün tutul-
muş, imtiyazlı.
mürur-i a’sar:
asırların geçmesi.
müspet:
menfi olmayan, pozitif,
olumlu.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
nur-i hidayet:
iman yolunu göste-
ren ışık.
rabıta-i dinî vatanî sınıfî:
sınıf, va-
tan, dinle ilgili bağlar.
roma felsefesi:
bir şeyin sadece
nazarî yönü ile alınma düşüncesi.
ruh:
cevher, öz; özellik, yapı, isti-
dat.
şeriat:
din, İslâmiyet.
şeriat-ı ahmediye:
Hz Muham-
med’in (a.s.m.) tarif ettiği, getirdiği
ve bildirdiği şeriat; İslâm dini.
şeriat-ı garra:
parlak ve nurlu şeri-
at; İslâm dini.
tâbi:
boyun eğen, bağlı kalan;
uyan.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tecazüp:
birbirini çekme.
temziç:
mezcetmek, birbirine ka-
rıştırmak.
tenasuh:
ölenin ruhunun başka
bir bedende yaşadığına inanılan
batıl görüş.
tev’em:
ikiz; eş, benzer.
tevazün:
denklik, dengelilik.
unsuriyet:
bir kavmi veya kendi
soyunu daha şerefli saymak, milli-
yetçilik.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik.
vakit:
zaman.
vazetmek:
meydana getirmek,
ortaya koymak.
zira:
çünkü.
adalet:
hakkı sahibine verme,
hakkaniyet, âdil olma hali.
âdeta:
sanki, düpedüz.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
bedel:
karşılık.
bel’:
ortadan kaldırmak, yut-
mak.
cây-ı dikkat:
dikkat edilecek
nokta, dikkate değer.
cihetülvahdet:
birlik ciheti,
birlik yönü.
defa:
kere.
deha:
çok akıllılık, olağanüstü
zekâ.
esas:
asıl.
esbab-ı temziç:
karıştırma se-
bepleri, mezcetme sebepleri.
eski:
geçmiş, önce.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibarıyla olan yüksek
derece.
hak:
adalet, insaf.
hâlde:
durumda.
hassasıyla:
özelliğiyle, niteli-
ğiyle.
hidayet:
doğru olan, hak olan.
ıztırap:
sıkıntı.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk,
bağdaşma.
inkışa:
engellerin, fenalıkların
ortadan kalkması.
inkişaf etmek:
ortaya çıkma.
istiğna:
olanla yetinme, gönül
tokluğu, tok gözlülük.
istiklâl:
bağımsızlık.
istiklâliyet:
hür ve müstakil
olma, bağımsızlık.
istinkâf:
kabul etmeme, red-
detme.
kurun-i Ulâ:
İlk Çağ.
mecmu:
toplam, tüm.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 493 |
s
ünuHaT