Umur-i mukarreredendir ki, efkâr-ı ammenin bir şeye
verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh, ekseriya
o şeyin kemaline nispeten değildir, belki ona derece-i ih-
tiyaç nispetindedir. Bir saatçinin bir allâmeden ziyade
ücret alması bunu teyit eder.
eğer cemaat-i İslâmiyenin hacat-ı zaruriye-i diniyesi
bizzat kur’ân’a müteveccih olsa idi, o kitab-ı Mübin, mil-
yonlarca kitaplara taksim olunan rağbetten daha şedit
bir rağbete, ihtiyaç neticesi olan bir teveccühe mazhar
olur ve bu suretle nüfus üzerinde bütün manasıyla hâkim
ve nafiz olurdu. Yalnız tilâvetiyle teberrük olunan, bir
mübarek derecesinde kalmazdı.
Bununla beraber zaruriyat-ı diniyeyi, mesail-i cüz’iye-i
fer’iye-i hilâfiye ile mezç edip, ona tâbi gibi kılmakta, bü-
yük bir hatar vardır. zira “musavvibe”nin,
(HaşİYe)
muhalifi
olan “tahtieci”lerden biri der ki: “Mezhebim haktır, hata
ihtimali var. Başka mezhep hatadır, sevaba ihtimali var.”
Hâlbuki, cumhur-i avam mezhepte imtizaç etmiş olan
zaruriyatı nazariyat-ı içtihadiyeden vazıhan temyiz etme-
diğinden, sehven veya vehmen tahtieyi filcümle teşmil
edebilir. Bu ise hatar-ı azîmdir.
Bence tahtieci, hubb-i nefisten neş’et eden inhisar zih-
niyeti illetiyle malüldür ve kur’ân’ın camiiyetinden ve
umum tabakat-ı beşere şümul-i hitabından gafletle
mes’uldür.
kaynaştırmak.
mezhep:
bir dinin bazı noktalarda
görüş farkları bulunan kollarından
her biri.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren.
musavvibe:
uygun bulan, “dört
mezhepte haktır ayrıntılarda bir-
den fazla hak olabilir” diyenler.
mübarek:
bereketli; hayırlı.
mükâfat:
ödül.
müteveccih:
yönelen.
nafiz olmak:
nüfuz etmek; tesir
etmek, sözü geçmek.
nazariyat-ı içtihadiye:
içtihada
konu olan ilmî görüşler, düşünce-
ler.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
nispeten:
oranla, kıyasla.
nispetinde:
oranında.
nüfus:
nefisler; halk, ahali.
rağbet:
istekle karşılama; istek, ar-
zu; bir şeyi çok isteme.
sehven:
yanlışlıkla, yanılarak.
sevap:
Allah rızasına sebep olan
hayırlı hareket, iş ve davranış.
suret:
biçim, şekil.
şedit:
şiddetli; tesirli.
şümul-i hitap:
söz söylemenin
kapsamlı olması.
taaddüt etmek:
çoğalmak.
tabakat-ı beşer:
insan tabakaları.
tâbi:
boyun eğen, bağlı kalan.
tahtie:
kendi görüş ve mezhebinin
dışındakini hatalı görme mesleği.
tahtieci:
hatalı görmeyi meslek
edinen.
taksim olmak:
bölünmek, parça-
lara ayrılmak.
teberrük:
mübarek veya uğurlu
kabul etmek.
temyiz etmek:
ayırmak, dikkatle
ayırmak.
teşmil etmek:
yaymak, genişlet-
mek, şümullendirmek.
teveccüh:
yönelme.
teyit etmek:
doğru çıkarmak,
desteklemek.
tilâvet:
Kur’ân’ı usulüne uygun
olarak okumak.
umur-i mukarrere:
istikametini
bulmuş aynı minval üzere giden
işler.
vazıhan:
açık şekilde.
vehmen:
yanlış ve esassız düşün-
ce ile.
zaruriyat:
dini zorunluluklar.
zaruriyat-ı diniye:
dinin yapılması
ve uyulması zorunlu olan emirleri.
zihniyet:
görüş ve düşünce tarzı.
zira:
çünkü.
ziyade:
pek fazla.
allâme:
pek çok konuda ihti-
sas sahibi büyük bilgin.
bizzat:
şahsen, doğrudan.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve
ihata edicilik; evrensellik.
cemaat-i islâmiye:
İslâm top-
lumu.
cumhur-i avam:
avamın cum-
huru, halkın çoğunluğu.
derece-i ihtiyaç:
ihtiyaç dere-
cesi, ihtiyaç miktarı.
efkâr-ı amme:
umumun dü-
şünceleri, umuma ait düşünce,
kamuoyu.
filcümle:
hepsi, bütünü.
füruat:
ayrıntılar, esastan ol-
mayan meseleler.
gaflet:
lâkaytlık.
hacat-ı zaruriye-i diniye:
dini
alandaki zarurî ihtiyaçlar.
hâkim:
hükmeden.
hatar:
tehlike, zarar.
hatar-ı azîm:
büyük tehlike,
büyük zarar.
hubb-i nefis:
nefsini sevmek.
ıstılah:
deyim, tabir.
illet:
hastalık.
ilm-i usul:
metodoloji.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk,
bağdaşma.
inhisar:
bir şahsa, bir toplulu-
ğa ait olma.
kemal:
mükemmellik.
kitab-ı mübin:
iyi ve kötüyü,
güzel ve çirkini, hayır ve şerri,
doğru yolu bildiren kitap;
Kur’ân-ı Kerîm.
malül:
hasta, özürlü.
mazhar olmak:
nail olmak,
ulaşmak.
mes’ul:
sorumlu.
mesail-i cüz’iye-i fer’iye-i hi-
lâfiye:
şeriatın ihtilâflı bulunan
teferruata dair meseleleri.
mezç etmek:
karıştırmak,
HaşİYe:
dört mezhep de haktır. “Füruatta hak taaddüt eder” diyenlere
ilm-i usul ıstılahınca “musavvibe” denir.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 483 |
s
ünuHaT