Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 474

Mülk ciheti ezdadın cevelângâhıdır. Hüsün-kubuh, ha-
yır-şer, sağir-kebir gibi umurun mahall-i tevarüdüdür.
onun için, vesait ve esbap vazedilmiş; tâ dest-i kudret
zahiren umur-i hasise ile mübaşir olmasın; azamet, izzet
öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş, vahdet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffafedir, teşahhusat
karışmaz. o cihet, vasıtasız Hâlık’a müteveccihtir; teret-
tüp teselsül yoktur, illiyet malüliyet giremez, i’vicacatı yok-
tur, avaik müdahale edemez, zerre şemse kardeş olur.
kudret hem basit, hem namütenahi, hem zatî, ma-
hall-i taallûk-i kudret hem vasıtasız, hem lekesiz, hem is-
yansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüçha-
nı, küll cüz’e nispeten kudrete karşı fazla nazlanması ola-
maz.
Üçüncü Nokta:
(2)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
(1)
@ l
Ar
»n
°T /
¬p
?r
ãp
ªn
c ¢n
ùr
«n
d
temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gamız
noktayı tefhime çalışacağız.
Meselâ: Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali deniz sat-
hında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.
Meselâ: kâinat, hailsiz şemse müteveccih olmak şar-
tıyla, mütefavit cam parçalarından farz edilse, timsal-i
şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahemetsiz, te-
cezzisiz, tenakussuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı!..
avaik:
engeller, zorluklar.
azamet:
büyüklük.
cemaat:
topluluk.
cevelângâh:
dolaşılan yer, dönüp
dolaşma yeri, gezinme yeri.
cihet:
taraf.
cüz:
birey, fert.
dest-i kudret:
kudret eli; Cenab-ı
Hakkın tasarrufu, işlemesi.
esbap:
sebepler.
ezdat:
zıtlar, tezatlar.
farz etme:
kabul etme, sayma.
feyz-i tecelli:
tecelliden doğan be-
reket, irfan, kudret.
gamız:
anlaşılmaz, kapalı müp-
hem, belirsiz, muğlâk.
hail:
perde, mânia.
hâlık:
yaratıcı; Allah.
hayır:
iyi iş, iyi şey.
hüsün:
güzellik.
hüviyet:
kimlik, özellik.
i’vicacat:
eğrilikler, doğru olma-
malar, doğruyu yanlış, yanlışı doğ-
ru göstermeler.
illiyet:
nedeni neticeye bağlayan
bağ, sebebiyet.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik.
izzet:
şeref, yücelik, değer.
katre:
damla.
kebir:
büyük.
kubuh:
çirkinlik.
kudret:
İlâhî güç, kuvvet.
küll:
bütün.
mahall-i taallûk-i kudret:
kuvve-
tin alâkalı olduğu yer; kudretin iliş-
kili bulunduğu makam.
mahall-i tevarüd:
vâsıl olunan,
ulaşılan yer.
malüliyet:
arızalı sakat oluş.
melekûtiyet:
her şeyin doğrudan
Allah’ın ilim, hikmet ve kudretine
bakan, sebeplerin müdahale ede-
mediği aslı, esası, iç yüzü.
mübaşir:
girişen, dokunan.
müdahale etmek:
karışmak.
mülk:
bir şeyin dış yüzü.
mütefavit:
birbirinden farklı, çeşit-
li olan.
müteveccih:
yönelen.
müteveccih olmak:
yönelmek.
müzahemet:
çekişme.
namütenahi:
sonu olmayan, son-
suz, bitmez tükenmez.
nispet:
kıyaslama.
rüçhan:
üstünlük, üstün olma.
sağir:
küçük, ufak.
sath-ı arz:
yer yüzü.
satıh:
yüzey.
sıfat:
nitelik.
şart:
bir iş için mutlaka gerekli
olan şey.
şeffafe:
saydam, kapalı veya saklı
olmayan, açık.
şeffafiyet sırrı:
şeffaflık, şeffaf ol-
ma ve saydamlığın ince, anlaşıl-
ması zor püf noktası.
şems:
güneş.
şer:
kötülük.
tasvir:
bir şeyi tarif etme.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bölün-
me, ufalanma.
tefhim:
anlatma, açıklama,
bildirme.
tekebbür:
kibir gösterme, bü-
yüklük satma.
temsil:
kıyaslayarak benzet-
me.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tenakus:
azalma, eksilme.
terettüp:
sıralanma, mertebe
mertebe olma.
teselsül:
silsile hâlinde olma.
teshil:
kolaylaştırma.
tesir:
etki, iz bırakma.
teşahhusat:
kendini belli et-
meler, ayrılarak ortaya çıkma-
lar, şahıslaşmalar.
timsal:
örnek, sembol, simge.
timsal-i şems:
güneşin numu-
nesi, sembolü.
umur:
işler, fiiller.
umur-i hasise:
ufak ve değer-
siz işler.
vahdet:
birlik ve teklik.
vazedilmek:
ortaya konmak,
meydana getirilmek.
vesait:
vasıtalar.
zahiren:
görünüşte.
zatî:
hususî, özel.
zerre:
en küçük parça.
s
ünuHaT
| 474 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Onun hiçbir benzeri yoktur. (Şûra Suresi: 11)
2.
En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)
1...,464,465,466,467,468,469,470,471,472,473 475,476,477,478,479,480,481,482,483,484,...790
Powered by FlippingBook