meselâ
: Fert
mütekellim-i vahde
olsa müsamahası, fe-
dakârlığı amel-i salihtir;
mütekellim-i maalgayr
olsa, hı-
yanet olur.
meselâ
: Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, te-
fahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis
edemez.
Her birinde birer misal gördün; istinbat et.
Madem ki kur’ân bütün tabakata, bütün âsârda, kâf-
fe-i ahvalde şamil bir hitab-ı ezelîdir, hem nisbî hüsün,
hayır çoktur; salihattaki ıtlakı beliğâne bir icaz-ı mutnep-
tir, beyanda sükûtu geniş bir sözdür.
a a a
(1)
m
º«/
ën
L »/
Ø n
d n
QÉ s
éo
Ø r
dG s
¿
p
G n
h
Akıbet ikaba delildir, hadsen onu gösteriyor. Masiye-
tin ekseriya dünyada olan akıbeti, bir emare-i hadsiyedir
ki, cezasında bir ikap vardır. Çünkü herkes hususî bir
tecrübe ile hadsen görüyor ki, hiçbir münasebet-i tabiiye
olmadığı hâlde, masiyet bir netice-i seyyieye müncer
olur. Bu kadar kesret ve vüs’atle tesadüf olamaz.
eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara
alınırsa görünür ki, nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı masiyet-
tir ki, cezayı istilzam ediyor. demek, ceza masiyetin lâ-
zım-ı zatîsidir.
Madem ki, dünyada filcümle bu lâzım sırf tabiat-ı
masiyet için terettüp ediyor; elbette bu dârda terettüp
ikap:
azap, cezalandırma, ceza.
istilzam etmek:
gerektirmek.
istinbat etmek:
bir söz veya bir iş-
ten gizli manayı ortaya çıkarmak.
kâffe-i ahval:
hâllerin bütünü, va-
ziyetlerin cümlesi.
kâfir:
Allah’ı inkâr eden, dinsiz,
imansız.
kesret:
çokluk.
lâzım:
gerek.
lâzım-ı zatî:
varlığının gerekliliği.
madem:
değil mi ki.
masiyet:
günah, kötü şey, asilik,
itaatsizlik.
meselâ:
örneğin, misal olarak.
millet:
halk, ulus.
misal:
benzer, örnek.
muhtelif:
çeşitli.
münasebet-i tabiiye:
olağan, alı-
şılmış ilgiler, yakınlıklar, bağlar.
müncer olmak:
varıp sona ermek,
neticelenmek.
müsamaha:
göz yumma, hoş gör-
me, görmezlikten gelme, tolerans.
mütekellim-i maalgayr:
başkala-
rının adına da konuşan, (gr) birinci
çoğul şahıs.
mütekellim-i vahde:
bizzat kendi
adına konuşan (gr) birinci tekil şa-
hıs.
namına:
adına, yerine.
nazar:
dikkat.
netice-i seyyie:
kötü sonuç.
nisbî:
kıyas ile olan; diğerine göre;
göreceli.
nokta-i iştirak:
ortak nokta.
salihat:
salih ameller, dinin emir
ve yasaklarına uygun olan işler.
sırf:
sadece, yalnız.
sükût:
susma, sessizlik.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şamil:
kapsayan, içine alan.
tabakat:
tabakalar.
tabiat-ı masiyet:
günahın, kötülü-
ğün özelliği, yapısı.
tecrübe:
deneyim.
tefahur etmek:
yaptıklarıyla
övünmek, böbürlenmek.
terettüp etmek:
sonuç olarak or-
taya çıkmak.
tesadüf:
rast gelme, rastlantı.
umum:
bütün, genel.
vüs’at:
güç, kudret.
akıbet:
son, netice.
amel-i salih:
Allah rızasına uy-
gun hayırlı iş, hareket.
âsâr:
asırlar.
beliğâne:
belâgatle anlatılan,
düzgün ve sanatlı.
beyan:
açıklama.
ceza:
karşılık, azap.
delil:
ipucu, alâmet.
ekseriya:
çoğunlukla.
emare-i hadsiye:
uzun delile
ihtiyaç kalmadan anî ve doğru
olarak idrak edilen belirti, işa-
ret.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fert:
birey.
filcümle:
hepsi, bütünü.
hadsen:
sezmekle, sezerek.
hâlde:
durumda.
hayır:
iyi iş, iyi şey.
hazm-ı nefis:
tahammül et-
me, nefsini kırma, sabretme,
sindirme.
hıyanet:
hainlik; güveni ve iti-
madı kötüye kullanma.
hitab-ı ezelî:
varlığının başlan-
gıcı olmayan Allah’ın konuş-
maları, söz söylemeleri.
hususî:
özel, kendine ait, şah-
sî.
hüsün:
güzellik.
ıtlak:
sınırsızlık, uzunluk.
icaz-ı mutnep:
uzatma ve
uzunlukta özlü söyleyiş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 465 |
s
ünuHaT
1.
Günaha dalan kâfirler ise, cehennem ateşindedir. (İnfitar Suresi: 14.)