genc-i mücehhez pençeli; ekseriyeti kazanmak için, im-
hayı esas program yapmış; iki kelbi iki ci€erimize musal-
lat ederek, bizi silâhtan tecrit ediyor. İşte onun himaye-
ti; işte hayatımız!
o hasım, gösterdi€i kin ve husumet harbden neş’et et-
me de€ildir. Harpten olsaydı, tabiî ma€lûbiyetimizle sair-
lerin husumeti gibi sükûnet bulurdu. Hem hasmın, uzak-
ta çirkin yüzündeki riyakârâne çizgileri güzel zannedilir-
di. Yakında görenler, inşaallah daha aldanmaz.
n
?p
d'
òn
c p
äGn
Qƒo
¶r
ën
Ÿr
G o
í«/
Ño
J p
äGn
Qho
ô°s
†dG s
¿n
G Én
ªn
c
(1)
p
ä'
Óp
µ°r
û o
Ÿr
G o
?u
¡°n
ùo
J
korkaklıkta darbımesel hükmünde olan tavuk, çocuk-
ları yanında iken, şefkat-i cinsiye sebebiyle camuşa saldı-
rır. İşte dehşetli bir cesaret.
Hem darbımesel olmuş keçi, kurttan havfı, ıztırar vak-
tinde mukavemete inkılâp eder. Boynuzu ile kurdun kar-
nını deldi€i vakidir. İşte harika bir şecaat.
Fıtrî meyelân mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir
demir gülle içine atılsa, kışta so€u€a maruz bırakılsa,
meyl-i inbisat demiri parçalar.
evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şe-
caati gibi; fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi, zulmün
bürudetli husumet-i kâfirânesine maruz kaldıkça, her şe-
yi parçalar. rus mojikleri buna şahittir.
dilerse, Allah’ın emri olursa, Allah
izin verirse manalarında kullanılan
bir dua.
kelp:
köpek.
kin:
gizli düşmanlık, öç almayı
amaçlayan gizli düşmanlık, garaz,
kuvvetli hınç.
ma€lûbiyet:
yenilme, yenilgi.
maruz bırakmak:
etki altında bı-
rakmak.
maruz:
etki altında.
meyelân:
meyletme, yönelme, is-
tek, kabiliyet, istidat.
meyl-i inbisat:
yayılma, genişle-
me iste€i.
mojik:
köylü.
mukavemet:
karşı koyma, dayan-
ma, direnme, saldırı ve baskıyı yok
etmek için çalışma, direniş.
mukavemetsûz:
karşı konulmaz.
musallat:
fazlasıyla üzerine giden,
rahatsız eden, aşırı derecede sata-
şan.
neş’et:
ortaya çıkma.
pençe:
zorlu güç, hükmedici kuv-
vet.
riyakârâne:
riyakâr olana yakışır
şekilde, riyakârca, riyakârlıkla, iki-
yüzlülükle.
sair:
di€er, başka, öteki.
sükûnet:
sakinlik, sessizlik; dinme,
durma, kesilme.
şahit:
örnek, misal.
şecaat:
yi€itlik, yüreklilik, cesur-
luk, korkusuzluk, kahramanlık.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met.
şefkat-i cinsiye:
aynı cinsten
olanların birbirlerine karşı duyduk-
ları merhamet, sevgi, şefkat duy-
gusu.
tabiî:
ola€an olarak.
tecrit etmek:
ayrı tutmak, ayır-
mak.
vaki:
olmuş.
zan:
sanma, sanan.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
bürudet:
so€ukluk, so€uk ol-
ma.
camus:
manda, su sı€ırı.
cesaret:
yi€itlik, yüreklilik.
darbımesel:
misal olarak söy-
lenen meşhur söz, atasözü.
dehşetli:
müthiş, insanları
hayrette bırakan.
ekseriyet:
çokluk, ço€unluk.
esas:
asıl, temel, dip, kök.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, do€uş-
tan olan.
genc-i mücehhez:
donanmış;
hazine, de€er; insaniyet ve İs-
lâmiyet.
hamiyet:
haysiyetini koruma
gayreti.
harb:
savaş.
hasım:
düşman, rakip.
havf:
korku, korkma.
himayet:
koruma, esirgeme,
muhafaza etme.
husumet:
düşmanlık.
husumet-i kâfirâne:
kâfirce
olan düşmanlık gibi.
hükmünde:
yerinde, önemin-
de.
ıztırar:
mecburiyet, zorunlu-
luk, çaresizlik, ihtiyaç.
ıztırarî:
mecburî, zorunlu.
imha:
bozma, yok etme, mah-
vetme, ortadan kaldırma, yık-
ma.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, hâl de€iştirme.
inşaallah:
Allah isterse, Allah
Eski said dönEmi EsErlEri
| 455 |
H
uTuvaT
-
ı
s
iTTe
1.
Nasıl ki, zaruretler haramları helâl kılıyorsa, aynı şekilde zorlukları da kolaylaştırır.