Şu vesveseye karşı deriz:
en ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran aza-
metli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor.
evvelâ:
Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder.
zahire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner. perde öyle yır-
tılmış ki, senin yalan, hile, fitnen, hezeyana, maskaralı-
€a inkılâp edip akim kalıyor. Bu defaki Anadolu’ya kar-
şı ...... gibi…
Saniyen:
o kof kuvvetin yüzde doksanı sana karşı iti-
lâf kabul etmez. Muhâsım bir cereyan, atâlete mahkûm
ediyor. Fazla kalan kuvvetinle dert ve dermanda müşte-
rek olan âlem-i İslâm’ı susturacak, depretmeyecek dere-
cede eskisi gibi bir istibdat altında tutmaya ihtimal ver-
sen, şeytan iken eşe€in eşe€i olursun!
(HaşİYe)
Salisen:
Madem ki öldürüyorsun; ölmek iki suretledir:
Birinci suret:
senin aya€ına düşmek, teslim olmak su-
retinde ruhumuzu, vicdanımızı ellerimizle öldürmek, ce-
sedi de güya ruhumuza kısasen sana telef ettirmektir.
İkinci suret:
senin yüzüne tükürmek, gözüne tokat vur-
makla ruh ve kalbimiz sa€ kalır, ceset de şehit olur. Aki-
de faziletimiz tahkir edilmez; İslâmiyet’in izzetiyle istihza
edilmez.
elhâsıl:
İslâmiyet muhabbeti, senin husumetini istil-
zam eder. Cebrail, şeytan ile barışamaz.
birisiyle e€lenme, inceden inceye
dokundurarak alay etmek.
istilzam:
gerekli, lüzumlu.
itilâf:
uygunluk, uyuşma; görüş-
me; antlaşma.
izzet:
şeref, üstünlük.
kısasen:
işledi€i suçu suçluya ay-
nen uygulamak suretiyle.
kof:
güçlü görünmekle birlikte
kuvvetli olmayan.
madem ki:
de€il mi ki.
mahkûm:
çaresiz, mecbur.
maskara:
herkesi kendine güldü-
ren, soytarı; rezil, soysuz.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
muhâsım:
hasım olan, karşı gelen,
istemeyen.
müşterek:
birlikte, beraber, ortak-
laşa, el birli€i ile yapılan veya ha-
zırlanan.
ruh:
dirilik kayna€ı, manevî varlık.
ruh:
dirilik kayna€ı.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin adı-
nı yüceltme u€runda canını feda
ederek savaşta vurulup ölen Müs-
lüman.
tahkir:
hakaret etme, aşa€ı ve al-
çak addetme, aşa€ılama.
telef:
yok etme, öldürme.
tesir:
etki etme.
teslim olmak:
direnmeden vaz-
geçmek, boyun e€mek.
vesvese:
şüphe, işkil, kuruntu, te-
reddüt;.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu, his.
yeis:
ümitsizlik; ümitsizlikten
meydana gelen üzüntü ve karam-
sarlık.
zahir:
görünen; açık.
ziyade:
çok, fazla.
akide:
iman esaslarını, imanın
kuvvetle ba€lı bulundu€u te-
melleri anlatan bir terim.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
atalet:
hareketsizlik, durgun-
luk.
azametli:
büyük olan.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
ceset:
ten, gövde, vücut, be-
den; ölü vücut, naaş.
depretmek:
harekete getir-
mek, tahrik etmek.
derece:
ölçü, miktar.
derman:
çare, ilâç.
elhâsıl:
özetle, sözün kısası.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
fazilet:
kişiyi iyi ahlâklı, güzel
hareket etmeye yönelten ma-
nevî kuvvet, erdem.
fitne:
azdırma, baştan çıkar-
ma, karışıklık çıkarma.
güya:
sanki.
hezeyan:
saçmalık, saçmala-
mak, saçma sapan konuşma;
sayıklama.
hile:
aldatmaya, kandırmaya
yönelik tertip, düzen.
husumet:
düşmanlık.
iflâs etmek:
batmak, tüken-
mek, bitmek.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin
olabilmesi mümkün olma.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, hâl de€iştirme.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim, kendi başına ve hiç bir ni-
zama ve kanuna ba€lı olma-
dan yönetme, keyfî idare sis-
temi.
istihza etmek:
alaya almak,
HaşİYe:
Hey ekpekü’l-küpeka! köpekten tekepküp etmiş köpek!
Eski said dönEmi EsErlEri
| 453 |
H
uTuvaT
-
ı
s
iTTe