Avrupa muhabbetine bedel, husumetini esas tutuyorlar.
niyetleri ne olursa olsun, bu maksatların hakikatini ta€-
yir edemez.
BEŞinCi HaTVEsi:
der: “İrade-i Hilâfet, siyasetimin lehinde çıktı.”
Şu vesveseye karşı deriz:
Bir şahsın arzu-i zatîsi ve emr-i hususîsi başkadır, üm-
met namına emin olarak deruhte etti€i emanet-i hilâfet-
ten hâsıl olan şahsiyet-i maneviyenin iradesi bambaşka-
dır. Bu irade bir akıldan çıkıp, bir kuvvete istinat ederek,
âlem-i İslâm’ın maslahatını takip eder. Aklı ise, şûra-i
ümmettir; senin vesvesen de€il. kuvveti, müsellah ordu-
su, hür milletidir; senin süngülerin de€ildir. Maslahat da,
muhitten merkeze nazar edip, İslâm için faide-i uzmaya
tercih etmektir. Yoksa, aksine olarak, merkezden muhi-
te bakmakla âlem-i İslâm’ı bu devlete, bu devleti de Ana-
dolu’ya, Anadolu’yu da İstanbul’a, İstanbul’u da hane-
dan-ı saltanata tearuz vaktinde feda etmek gibi hodendi-
şâne fikir ve irade, de€il Vahdeddin gibi mütedeyyin bir
zat, hatta en fâcir bir adam da, yalnız ism-i hilâfeti taşı-
dı€ı için ihtiyârıyla etmez. demek, mükrehtir. o hâlde
ona itaat, adem-i itaattir.
alTInCI HaTVEsi:
der ki: “Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müt-
tefikiniz beraberken yapamadı€ınız şeyi şimdi nasıl yapa-
caksınız?”
adem-i itaat:
itaatsizlik, emri din-
lememe.
akis:
zıt, ters, muhalif.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
arzu-i zatî:
şahsî istekler, kişisel is-
tekler.
bedel:
karşılık, karşı.
beyhude:
boşuna, faydasız.
deruhte etmek:
üstüne almak,
yüklenmek, kendini vazifeli bil-
mek.
emanet-i hilâfet:
emanet edilen
halifelik makamı.
emin:
inanılır, güvenilir; emniyet
sahibi.
emr-i hususî:
özel ve belirli bir iş.
esas:
asıl, temel, dip, kök.
facir:
günahkâr, fena huylu.
faide-i uzma:
en büyük fayda,
pek büyük menfaat.
feda etmek:
gözden çıkarmak.
hakikat:
gerçek, do€ru; asıl, esas.
hanedan-ı saltanat:
saltanatı elin-
de bulunduran aile, Osmanlı hane-
danı.
hâsıl:
meydana gelen, ortaya çı-
kan.
hatve:
adım, aldatma.
hodendişâne:
kendini düşünürce-
sine, kendisi için endişelenirmiş gi-
bi.
husumet:
düşmanlık.
ihtiyâr:
tercih, irade.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi yap-
ma veya yapmama konusunda
karar verebilme ve bu kararı yeri-
ne getirme gücü.
irade-i hilâfet:
halifeli€in tercihi.
ism-i hilâfet:
halifelik ünvanı.
istinat etmek:
dayanmak; güven-
mek, itimat etmek.
itaat:
boyun e€me, uyma, dinle-
me, alınan emre göre hareket et-
me.
leh:
hakkında, onun için, onun ta-
rafına.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
maslahat:
fayda, yarar.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sev-
me, dostluk.
muhit:
çevre; yöre, dolay, çev-
re; daire teşkil eden e€ri çizgi.
mukavemet:
karşı koyma,
dayanma, direnme, saldırı ve
baskıyı yok etmek için çalış-
ma, direniş.
mükreh:
zorlanan.
müsellâh:
silâhlı, üzerinde si-
lâh olan, silâhlanmış bulunan,
silâhlanmış.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, dindar,
dine ba€lı.
müttefik:
bir meselede bera-
ber hareket eden.
namına:
yerine, vekili olarak.
nazar etmek:
bakmak.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme; maksat, meram.
siyaset:
politika.
şahıs:
kişi, fert.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şûra-i ümmet:
İslâm milleti-
nin salâhiyet sahibi, danışma
meclisi.
ta€yir etme:
başkalaştırmak,
de€iştirmek; bozmak, ifsat et-
mek.
tearuz:
birbirine zıt olma; ça-
tışma.
tercih etmek:
seçmek, karar
kılmak.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
vesvese:
şüphe, işkil, kuruntu,
tereddüt.
zat:
kişi, şahıs, fert.
H
uTuvaT
-
ı
s
iTTe
| 452 |
Eski said dönEmi EsErlEri