belki iman cihetiyle âlem-i İslâm hakkında dahi en ehem-
miyetlisi risale-i nur’dur. Bu ışıktır ki, seni şiddetle alâ-
kadar etmişti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tah-
minin ile geniş dairede belki siyaset âleminde gelecek
mes’udâne ve dindarâne hâletlerin ve vaziyetlerin mu-
kaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel
saadet tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla
onu arıyordun.”
Bir mektubunda da aynı bahse temasla beyanda bulu-
nuyor:
“Bu osmanlı ülkesinde büyük bir parlak nur çıkacak.
Hatta Hürriyet’ten evvel pek çok defa talebelere teselli
vermek için ‘Bir nur çıkacak, gördüğümüz bütün fenalık-
lara karşı bu vatana saadet temin edecek’ diyordu. İşte
kırk sene sonra
Risale-i nur
o hakikati kör gözlere de
gösterdi. İşte nurun zahiren, kemiyeten dar cihetine bak-
mayarak hakikat cihetinde keyfiyeten geniş ve fevkalâde
menfaatini hissetmesi suretiyle; hem de siyaset nazarıyla
bütün memleket-i osmaniyede olacak gibi ifade etmiş.
Çünkü risale-i nur imanı kurtarması cihetiyle o dar dai-
resi, madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi imanla kurtarı-
yor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir
milyon değil belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine
çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyeviye ve
medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve manen
daha geniş olması, eski said’in o rüya-i sadıka gibi olan
hiss-i kablelvuku ile o dar daireyi bütün osmanlı
alâkadar:
ilgili, bağlı.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
bahis:
konu.
beyan:
açıklama.
cihet:
durum, vesile; yön, taraf.
daire:
alan, yer.
defa:
kere.
dindarâne:
dindar bir kimseye ya-
kışacak tarzda.
ehemmiyetli:
önemli.
eski:
geçmiş, önce.
evvel:
önce.
fenalık:
kötülük, kötü durum.
fevkalâde:
olağanüstü.
hakikat:
gerçek.
hakkında:
konusunda.
hâlet:
hâl, durum.
hayat-ı bâkiye ve ebediye:
bit-
meyen sonsuz hayat, ahiret haya-
tı.
hayat-ı ebediye:
sonu olmayan
hayat.
hayat-ı fâniye-i dünyeviye:
geçi-
ci dünya hayatı.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi olma-
dan önce hissetmek; önsezi.
hükmünde:
değerinde.
Hürriyet:
1908 de II Meşrutiyetin
ilânı ile birlikte gerçekleşen yeni
sistemin halk arasındaki adı.
ifade etmek:
açıklamak, anlat-
mak, belirtmek.
iman:
inanç.
kemiyeten:
sayı itibarıyla, sayıca.
keyfiyeten:
nitelik ve özellik bakı-
mından.
kıymettar:
kıymetli.
madem:
değil mi ki.
manen:
duyguca, ruhça, mana
itibarıyla.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
lık.
memleket-i Osmaniye:
Os-
manlı ülkesi.
menfaat:
fayda, kâr.
mes’udâne:
mutluca, mutlu
olana yakışacak surette, kut-
lulukla.
muaccel:
acele olunmuş, pe-
şin.
mukaddeme:
önde gelen,
başlangıç.
müeccel:
sonraya bırakılmış,
ertelenmiş.
müjdeci:
sevindirici haber ve-
ren.
nazarıyla:
bakışıyla, görüşüy-
le.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık; Risa-
le-i Nurlar.
rüya-i sadıka:
doğru rüya, ha-
kikatleri dünyada çıkan sadık
rüya.
saadet:
mutluluk.
siyaset âlemi:
politika dünya-
sı.
suret:
biçim, resim.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma.
tahmin:
akla, sezgiye veya
bazı verilere dayanarak gele-
cek bir şeyi, olayı kestirme.
talebe:
öğrenci.
tasavvur etmek:
bir şeyi zi-
hinde kurgulamak, şekillendir-
mek, tasarlamak.
temas:
değinmek.
temin etmek:
sağlamak.
teselli vermek:
güzel sözler
söyleyerek rahatlatmak.
vaziyet:
durum.
zahiren:
görünüşte.
s
ünuHaT
| 460 |
Eski said dönEmi EsErlEri