Bu vesveseye karşı deriz:
ey elhannâs! onların fenalıklarının asıl sebebi de sen-
sin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, ev-
lâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın. dinsizli€e sevk ede-
rek dini rüşvet isterdin. onlara bedel seni kabul etmek,
yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın
bevliyle yıkamak demektir. sen yalnız hayvancasına mu-
vakkat bir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca,
İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına,
hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. senin ra€mına
yaşayaca€ız!
dördÜnCÜ HaTVEsi:
der veya dedirtir: “sizi idare eden ve bana muhâsım
vaziyetini alanlar –ki Anadolu’daki sergerdeleridir– mak-
satları başkadır. niyetleri din ve İslâmiyet de€ildir.”
Şu vesveseye karşı deriz:
Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini
ta€yir etmez. Çünkü maksut, vesilenin vücuduna teret-
tüp eder; içindeki niyete bakmaz.
Meselâ, ben bir define veya su bulmak için bir kuyu
kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada mü-
zahrefatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı.
suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir et-
mez. su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz. Bu-
nun gibi, onlar bizi kâbe’ye götürüyorlar. kur’ân’ı yük-
sek tutmak istiyorlar. Bütün felâketimizin menbaı olan
müzahrefat:
süprüntüler, pislikler,
çöpler.
necis:
necasetli, kirli, pis, murdar;
çaresiz dert, hastalık.
niyet:
bir işi yapmayı önceden dü-
şünme; maksat, meram.
ra€m:
zıddına hareket, nispet, ak-
sine yapma, inadına, zıddına dav-
ranma.
rüşvet:
meşru olmayan şekilde,
bir çıkar vaat edilerek veya sa€la-
narak her hangi bir işin yaptırılma-
sı için verilip alınan şey.
sergerde:
elebaşı, reis.
sevk etmek:
yönlendirmek.
ta€yir etmek:
başkalaştırmak, de-
€iştirmek; bozmak, ifsat etmek.
terettüp:
ait olma.
tesir:
etki etme.
vaziyet:
durum, şekil.
vesile:
bahane, sebep; fırsat, elve-
rişli hâl.
vesvese:
şüphe, işkil, kuruntu, te-
reddüt;.
vücut:
varlık.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar; insanlar, halk.
bedel:
karşılık, karşı.
bevl:
idrar, sidik, çiş; işeme.
damar-ı hayat:
hayat damarı.
define:
gömü; para veya altın
gibi eskiden saklanmış şeyle-
rin bulundu€u yer.
define:
gömü; para veya altın
gibi eskiden saklanmış şeyle-
rin bulundu€u yer.
defnetmek:
gömme işlemi.
elhannâs:
şeytan.
evlâd-ı nameşru:
gayrimeşru
evlât, meşru olmayan çocuk.
felâket:
sıkıntı do€uran du-
rum; büyük dert, belâ.
fiil:
iş, oluş, davranış, hareket.
hakikat:
gerçek, do€ru; asıl,
esas.
hatve:
adım, aldatma.
hayat-ı sefilâne:
alçak, adî,
baya€ı hayat.
hınzır:
domuz.
idare:
yönetme; bir işi yürüt-
me, çekip çevirme.
libas:
elbise, giyilecek şey, giy-
si; kıyafet.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
maksut:
kastedilmiş, kastedi-
len; istenilen şey, istek, arzu,
gaye.
menbaı:
kaynak, her hangi bir
şeyin çıktı€ı yer; pınar.
meselâ:
örne€in, örnek olarak.
muhâsım:
hasım olan, karşı
gelen, istemeyen.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçici;
e€reti.
müteneccis:
necis hale gel-
miş, pislenmiş, kullanılmaz ha-
le gelmiş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 451 |
H
uTuvaT
-
ı
s
iTTe