siyasetimizde en acınacak, en ebleh bir akıl varsa, o
da öylelerin aklıdır ki, ….. milletinin ihtiras ve menfaati-
ni, İslâmiyet’in menfaat ve izzetiyle kabil-i tevfik görüyor.
Burada en sefil ve en ahmak kalb, öylelerin kalbidir ki,
hayatı onun himayeti altında kabul eder. Hayatımızı
onun himayeti altında kabil görüyor.
(HaşİYe)
Çünkü, öyle
bir şarta hayatımızı tâlik ediyor ki, muhal ender muhal-
dir.
der: “Yaşayınız; fakat, birtek adam bana hıyanet et-
se, yakarım, yıkarım!”
Şayet bir adam hakka sadâkat namına onun kâfirâne
zulmüne karşı hıyanet etse, Ayasofya’ya iltica etse, mil-
yarlara de€er o mukaddes binayı harap eder. Veyahut,
bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocu€uyla mahvet-
mek; veya bir cemaatte ona muzır biri varsa, cemaati if-
na etmek, her vakit kendinde salâhiyet görüyor. lânet o
medeniyete ki, ona o salâhiyeti vermiş! Acaba, bütün
millet bir kalbde –hem münafık hançer-i zulmünden mü-
telezziz olacak ahmak bir kalbde– ittifakından daha mu-
hal ne var?
Şeytan gibi hasis hisleri, fena ahlâkları teşci ve hima-
ye eder, iyi hisleri söndürür. Hem insanî, İslâmî hayatı
menetmekle beraber, muvakkat hayvanî bir hayatı, iki
HaşİYe:
Allah kimseyi şaşırtmasın; şaşırtırsa süründürmesin; süründürür-
se çektirmesin; çektirirse rezil etmesin; rezil ederse sersem âvâre etme-
sin.
ahlâk:
huy, karakter, mizaç.
ahmak:
pek akılsız, sersem, buda-
la, kalın kafalı, şaşkın, zekâca geliş-
memiş.
cemaat:
topluluk.
ebleh:
ahmak, aptal.
hain:
kendine olan güveni kötüye
kullanma.
hasis:
adî, alçak, baya€ı.
hayvanî:
hayvancasına.
hıyanet:
hainlik, ihanet, kendine
olan güveni kötüye kullanma.
himaye etmek:
korumak, esirge-
mek. muhafaza etmek.
himayet:
koruma, esirgeme, mu-
hafaza etme.
his:
duygu.
ifna etmek:
sona erdirmek, son-
landırmak; yok etmek, tüketmek,
bitirmek.
ihtiras:
aşırı hırs ve istek.
iltica etmek:
sı€ınmak, barınmak.
insanî:
insana ait, insanla alâkalı;
insanca.
ittifak:
bir konuda, ortak bir gaye-
de anlaşma, fikir birli€i etme,
uyuşma, ba€daşma.
izzet:
şeref, üstünlük.
kabil:
mümkün olabilir.
kabil-i tevfik:
uygunlu€u
mümkün.
kâfirâne:
kâfire yakışacak su-
rette, kâfircesine, kâfirce.
lânet:
Allah’ın rahmetinden
mahrumluk; Allah’ın af ve
merhametinden uzak olma.
mahvetmek:
yok, etmek, or-
tadan kaldırmak, harap et-
mek, perişan etmek.
medeniyet:
medenîlik, şehirli-
lik, uygarlık.
menetmek:
engellemek, esir-
gemek, vermemek, önlemek.
menfaat:
fayda, kâr, yarar.
millet:
aynı topraklar üzerinde
yaşayan, aralarında din, dil,
duygu, ortak tarih, ülkü, gele-
nek ve görenek birli€i olan in-
san toplulu€u.
muhal ender muhal:
imkân-
sızlık içinde imkânsızlık.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan, olmaz, ol-
mayacak.
mukaddes:
kutsal, aziz, temiz.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçici;
e€reti.
muzır:
zararlı.
münafık:
iki yüzlülük göste-
ren.
mütelezziz:
lezzet alan.
namına:
adına.
sadâkat:
ba€lılık.
salâhiyet:
yetki, bir işe karış-
maya veya vazife icabı bir işi
yapmaya, bir harekette bu-
lunmaya hakkı olma.
sefil:
adî, alçak, baya€ı.
talik etmek:
şarta ba€lamak.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme; gayrete getirme.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
H
uTuvaT
-
ı
s
iTTe
| 454 |
Eski said dönEmi EsErlEri