hükümran olan kavanine dikkat edilse görünür ki, şayet
o kanun vücud-i haricî giyse idi, o envaın birer ruhu olur-
du. Hâlbuki daima bâkî, daima müstemir; hiç bir tagay-
yürat onların vahdetine tesir etmez.
Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-i zîşuur, bir
namus-i zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücud-i haricî-
yi giydirmiş. demek, nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i
emirden gelen şuursuz kavanin daima bâkî kalıyor; ay-
nen onların kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi
olan, âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak
daha ziyade lâyıktır
. Çünkü zîvücut ve zîhakikat-i harici-
yedir. daha kavidir; çünkü zîşuurdur. daha daimîdir;
çünkü hayydır, zîhayattır.
ey birader! zihni iz’ana, kalbi kabule ihzar etmek için
şu dört makamdaki nükâtı fehmetmiş isen, işte bak;
maksada giriyoruz.
İşte kur’ân-ı kerîm ve Furkan-ı Hakîm’in cennetine
gir, bak! Haşr-i cismanî kemal-i vuzuh ile ve cennet ve
cehennemin ahvalini beyan-ı mu’ciz ile sana gösteriyor.
kimsenin haddi yoktur, o beyandan sonra beyana kal-
kışsın.
(1)
l
¿Én
«n
H p
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
¿Én
«n
H n
ór
©n
H ¢n
ùr
«n
d .
(2)
o
êo
ô° t
ùdG p
ân
Øn
£r
fGn
h o
?ƒo
é t
ædG p
ân
Øn
àr
Np
G ¢o
ùr
ªs
°ûdG p
ân
©n
?n
W Gn
Pp
G ,r
ºn
©n
f
Bak, menzilgâh-ı dünyada a’sarnişin olan ecyalin sufu-
funa hitaben kâinatı zelzeleye getiren şu hutbe-i ezeliye-
yi dinle:
hükümran:
hükmeden, hüküm
süren.
ihzar etmek:
hazırlamak.
iz’an:
anlayış, kavrayış.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kanun:
yasa.
kanun-i zîşuur:
şuurlu, idrak ede-
bilen kanun.
kavanin:
kanunlar.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemal-i vuzuh:
apaçık, tam bir
açıklık.
kudret-i Ezeliye:
Cenab-ı Hakkın
her şeyi kaplayan başlangıçsız gü-
cü.
makam:
yer, mevki.
maksat:
gaye.
mazhar olmak:
nail olmak, şeref-
lenmek.
menzilgâh-ı dünya:
dünya deni-
len konaklama yeri.
müstemir:
devamlı, süreli.
namus-i zîhayat:
hayatlı, canlı ka-
nun.
nükât:
nükteler.
ruh:
can.
ruh:
dirilik kayna€ı olan manevî
varlık.
sıfat-ı irade:
diledi€ini yapabilme
sıfatı, vasfı.
sufuf:
saflar.
şuursuz:
idraksiz, kavrama kabili-
yeti olmayan.
tagayyürat:
de€işmeler, başkalaş-
malar, bozulmalar.
tesir:
etki, iz bırakma.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücud-i haricî:
dışa ait görünen
beden.
zîhakikat-i hariciye:
varlık saha-
sına çıkmış, varlık kazanmış olan
hakikat sahibi.
zîhayat:
hayat sahibi.
zihin:
hafıza, bellek.
zîşuur:
bilinçli, şuur sahibi, şuurlu.
zîvücut:
varlık sahibi, beden sahi-
bi.
ziyade:
pek fazla.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem-i emir:
madde ve cisim
olmayan kanunlar âlemi; me-
lekût âlemi.
a’sarnişin:
asırlar boyu var
olan, devam eden.
bâkî:
devamlı, ölümsüz.
bâkî:
ölümsüz.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
beyan:
açıklama.
beyan-ı mu’ciz:
mu’cize şek-
linde açıklamalar.
birader:
kardeş, dost.
daimî:
sürekli.
ecyal:
nesiller.
enva:
çeşitler, türler, cinsler,
neviler.
fehmetmek:
anlamak, kavra-
mak, idrak etmek.
Furkan-ı Hakîm:
do€ruyu
yanlıştan ayıran hikmetli
Kur’ân.
had:
yetki.
hâlbuki:
oysa ki.
haşr-i cismanî:
cisimle, ceset-
le dirilme, ruhla beraber be-
denlerin ve vücutların haşri.
hayy:
canlı olan.
hitap:
söz söyleme, toplulu€a
veya birisine karşı konuşma.
hutbe-i ezeliye:
başlangıçsız
yani sonradan olmayan Al-
lah’ın konuşması, Kur’ân.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 445 |
n
okTa
1.
Kur’ân’ın beyanından sonra beyan olamaz.
2.
Evet, güneş doğdu€unda yıldızlar gizlenir, lâmbalar söner.