Hakikat ne kadar zayıfsa da ölmez, belki teşahhusatta
seyrüsefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gençleşir.
kışır ve suret eskilenir, incelenir, parçalanır, daha güzel
olarak tazelenir. ziyade-noksan noktasında makûsen mü-
tenasiptirler. Şu kanun, bütün kanun-i tekâmüle dâhil
olan eşyaya şamildir.
demek bir zaman gelecek ki, hakikat-i uzma-i kâinatın
kışır ve sureti olan âlem-i şahadet, Allah’ın izniyle parça-
lanacak, daha güzel, daha lâtif bir surette tazelenecektir.
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
G n
ôr
«n
Z ¢o
Vr
Qn
’r
G o
?s
ón
Ño
J n
?r
ƒn
j
sırrı tahakkuk edecektir.
İkinci Nokta:
Şu mevtin vukuudur. Buna delil; ce-
mî edyan-ı semavînin icmaıdır, bütün fıtrat-ı selimenin
şahadetidir ve kâinatın tahavvül ve tebeddül ve tagayyü-
rünün işaretidir.
Şu sekeratı zihinde temessül etmek istersen bak! Şu
kâinat dakik, ulvî bir nizam ile birbirine bağlanmış; hafî,
nazik, lâtif birbiriyle tutunmuş ve ecram-ı ulviyeden bir
cirim “kün!” veya “Mihverinden çık!” hitabına mazhar
olunca sekerata başlar. nücum tesadüme, ecram telâtu-
ma, feza-i gayr-i mütenahî gülleleri küreler gibi büyük,
milyonlar top sedalarının muhassalıyla vaveylâya başlar.
Birbirine çarpışarak, küremiz büyüklüğünde kıvılcım sa-
çacak!
İşte şu mevtle dest-i kudret kâinatı çalkalar. kâinat ta-
saffi ile ayrılmaya başlar. Cehennem, aşireti ve madde-
siyle bir tarafa çekilir. Cennet, anasırı ve letaifiyle başka
yerde tecelli eder.
âlem-i şahadet:
gözle gördü€ü-
müz, şahit oldu€umuz âlem, kâi-
nat.
anasır:
unsurlar, esaslar.
aşiret:
kabile, oymak.
cemî:
bütün.
cirim:
cansız cisim, yıldız.
dâhil:
içeri, iç.
dakik:
ince ve derin; dikkatli ve
ölçülü.
delil:
şahit, belge, tanık.
dest-i kudret:
Allah’ın kudret eli.
ecram:
ruhsuz büyük varlıklar, yıl-
dızlar.
ecram-ı ulviye:
ulvî yıldızlar, bü-
yük cirimler.
edyan-ı semavî:
semavî dinler, Al-
lah tarafından gönderilmiş olan
hak dinler.
feza-i gayr-i mütenahî:
sınırsız
uzay:.
fıtrat-ı selime:
bozulmamış yara-
tılış, tabiat.
gülle:
top mermisi.
hafî:
gizli.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i uzma-i kâinat:
büyük
kâinat gerçe€i.
hitap:
söz söyleme.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
€ine varma.
inkişaf etmek:
ortaya çıkmak,
keşfolunmak.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kanun:
yasa.
kanun-i tekâmül:
gelişme kanu-
nu, ilerleme, mükemmelleşme ka-
nunu.
kışır:
kabuk.
kün:
ol.
lâtif:
hoş, güzel.
letaif:
maddî olmayan çok ince
şeyler.
makusen:
aksine, ters olarak, zıd-
dına olarak.
mazhar olmak:
nail olmak, şeref-
lenmek.
mevt:
ölüm.
mihver:
yörünge.
muhassal:
toplam, hülâsa.
mütenasip:
orantılı, nispetli.
nazik:
narin, ince.
nizam:
düzgünlük, tertip; kaide,
kanun.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
nokta:
konu, konu ile ilgili önemli
bölüm.
nücum:
yıldızlar.
sekerat:
can çekişme hali.
seyrüsefer:
yolculuk.
sır:
insanın aklının erişemedi-
€i İlâhî hikmet.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
şahadet:
şahit olma, tanıklık.
şamil:
kapsayan.
tagayyür:
de€işme, başkalaş-
ma.
tahakkuk etmek:
gerçekleş-
mek.
tahavvül:
bir hâlden başka
hale geçme, hâl de€iştirme.
tasaffi:
saflaşma, durulaşma,
temizlenme.
tazelenmek:
yenilenmek.
tebeddül:
başka şekil alma.
tecelli etmek:
görünmek,
yansımak.
telâtum:
karşılıklı çarpışma,
vuruşma.
temessül etmek:
bir şeyin bir
yerde suret ve mahiyetini ak-
settirmesi, benzeşme, cisim-
leşme, şekillenme.
tesadüm:
vuruşma, çarpışma.
teşahhusat:
şahıslanmalar, ki-
şileşmeler.
ulvî:
yüksek, yüce.
vaveylâ:
çı€lık, feryat.
vuku bulmak:
meydana gel-
mek, olmak.
zihin:
hafıza, bellek.
ziyade:
pek fazla.
n
okTa
| 440 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
O gün yeryüzü başka bir şekle girer. (İbrahim Suresi: 48.)