kuvvetiyle bütün davaları, tevhidden sonra o noktada te-
merküz ediyor.
onuncumenba:
on üç asırda yedi vecih ile i’cazını
muhafaza eden kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın ihbarat-ı kat’i-
yesidir.
evet nefs-i ihbarı, haşr-i cismanînin keşşafı ve şu
remz-i hikmetin miftahıdır. Hem tazammun ettiği ve mü-
kerreren tefekküre emrederek nazara vazettiği berahin
binlerdir.
ezcümle
: Bir kıyas-ı temsiliyeyi tazammun eden
(1)
Gk
QGn
ƒr
Wn
G r
ºo
µn
?n
?n
N r
ón
bn
h
ve
(2)
m
Is
ôn
e n
?s
hn
G BÉn
gn
Én
°ûr
fn
G …/
òs
dG Én
¡«/
«r
ëo
j
r
?o
b
hem
bir delil-i adlîye işaret eden
(3)
p
ó«/
Ñn
©r
?p
d m
?s
Ón
¶p
H n
? t
H n
Q Én
en
h
gibi
pek çok âyât-ı kesîre ile haşr-i cismaniyedeki saadet-i ebe-
diyeye nazır pek çok dürbünleri nazar-ı beşere vazetmiş-
tir.
Birinci Kıyasın Hülâsası:
Bak, vücud-i insan tavırdan ta-
vıra geçtikçe acip, muntazam inkılâbatı geçiriyor. nutfe-
den alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lah-
me, azm ve lahim’den halk-ı cedide intikal gayet dakik
desatire tâbîdir. Her bir tavrın öyle kavanin-i mahsusa ve
öyle nizamat-ı muayyene ve öyle harekât-ı muttarıdesi
vardır ki, cam gibi, altında kasıt, irade, ihtiyâr, hikmetin
cilvelerini gösterir. İşte vücut itibarıyla böyle her sene li-
basını değiştiren o vücudun bekası, inhilâlin yerini doldu-
ran bir terkibe muhtaçtır.
acip:
hayrette bırakan, şaşılacak.
alaka:
pıhtılaşmış kan; embriyo.
âyât-ı kesîre:
çok ayet.
azm:
kemik.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
berahin:
deliller, ispatlar, bürhan-
lar, hüccetler, kanıtlar.
cilve:
tecelli, görüntü.
dakik:
ince ve derin.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil-i adlî:
Allah’ın dünyadaki
adalet ve düzenini göstererek ahi-
retin varlı€ına delil getirme.
desatir:
düsturlar, kaideler.
dürbün:
dürbün.
ezcümle:
bu cümleden, meselâ.
gayet:
son derece.
halk-ı cedit:
yeni yaratılış, ana
karnındaki çocu€un, insan sureti-
ne inkılâp etti€i devre.
harekât-ı muttarıde:
düzenli
muntazam hareket.
haşr-i cismanî(-iye):
cisimle, ce-
setle dirilme, ruhla beraber be-
denlerin ve vücutların haşri.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
i’caz:
bir benzerini yapmakta baş-
kalarını âciz bırakma, mu’cizelik.
ihbarat-ı kat’iye:
kesin, do€ru ha-
berler.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
inhilâl:
da€ılma, çözülme, parça-
lanma, bozulma.
inkılâbat:
de€işiklikler.
intikal:
geçme.
irade:
dileme, isteme.
işaret:
gösterme, bildirme.
itibarıyla:
bakımından.
kasıt:
isteyerek, bile bile yapma.
kavanin-i mahsus:
özel kanunlar,
kurallar.
keşşaf:
keşfeden.
kıyas:
karşılaştırma.
kıyas-ı temsiliye:
manevî, görün-
meyen bir şeyi, görünürdeki ben-
zerine kıyas etme.
kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm. Beyanı beşer takatinin
üstünde olan Kur’ân-ı Kerîm.
lâhim:
et.
libas:
elbise.
menba:
kaynak.
miftah:
açan, anahtar.
mudga:
et parçası.
muhafaza etmek:
korumak.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muntazam:
intizamlı, düzgün, ter-
tipli, düzenli.
mükerreren:
mükerrer olarak,
tekrar olarak, tekrar be tekrar.
nazar:
bakış.
nazar-ı beşer:
insanın dikkati, ba-
kışı.
nazır:
bakan.
nefs-i ihbar:
haberin kendisi.
nizamat-ı muayyen:
belirlen-
miş, tayin edilmiş düzenler.
nutfe:
döl suyu, meni, sperm.
remz-i hikmet:
hikmet işare-
ti.
saadet-i ebediye:
sonsuz
mutluluk, sonu olmayan mut-
luluk.
tâbi:
boyun e€en, ba€lı kalan.
tavır:
durum, biçim.
tazammun etmek:
içine al-
mak, içermek.
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben dü-
şünme.
temerküz etme:
merkezleş-
me, bir merkezde toplanma.
terkip:
birkaç şeyin birleşimi.
tevhid:
Allah’ın bir oldu€una
inanma.
vazetmek:
ortaya koymak.
vecih:
cihet, yön.
vücud-i insan:
insan vücudu.
vücut:
var olma, varlık.
n
okTa
| 430 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
De ki: Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek. (Yasin Suresi: 79.)
2.
Hâlbuki O sizi hâlden hâle sokarak yaratmıştır. (Nuh Suresi: 14.)
3.
Rabbin ise kullarına haksızlık edecek de€ildir. (Fussılet Suresi: 46.)