Madem kudret-i ezeliye adî ve en kesif bir maddeden
zevi’l-ervahı halk eder; elbette nur gibi, esîr gibi ruha ya-
kın sair seyyalât-ı lâtife maddeleri ihmal etmez, meyyit
bırakmaz.
Temsil:
Melâikeyi, ruhaniyatı tasdik etmeyen, vahşî
bir adama benzer ki, büyük, muhteşem bir medenî şeh-
re gidiyor. Şehrin uzak köşesinde pis, perişan, küçük bir
haneye rastgelir ki; sefil insanlarla dolu. etrafı da zevi’l-
ervah ile memlû. onlara mahsus şerait-i hayatiye vardır
ki, bazısı âkilü’n-nebat, bazısı âkilü’s-simaktır.
sonra uzaktan binlerce, müzeyyen kusûr-i âliye görü-
yor ki, mabeynlerinde geniş tenezzühgâh meydanları
var. Uzaklıktan veya kasr-ı nazarından veya onların giz-
lenmesinden, o insanlar ona görünmediği ve şurada gör-
düğü şerait-i hayat o kasırlarda görünmediği için, itikat
ediyor ki, o kasırlar sakinînden hâlîdir.
Hem melâikeyi tasdik eden zat, o vahşînin arkadaşı
olan nimbedevî bir adama benzer ki; şu küçük, hakir ha-
neyi gördü ki, zîruhla dolu ve ihtiyâr ve hikmete delâlet
eden şehrin intizamını gördüğünden cezmeder ki, o ku-
sûr-i müzeyyenin bazı sükkânları var ki, onlar onlara mü-
nasip, onlar onlara muvafıktırlar. kendilerine mahsus
şerait-i hayatiyeleri vardır. Uzaklık veya gözün kabiliyet-
sizliği veya tesettürlerine binaen, görünmemeleri olma-
malarına delil olamaz; adem-i rü’yet, adem-i vücuda de-
lâlet etmez.
adem-i rü’yet:
görülmeme.
adem-i vücut:
var olmama.
adî:
baya€ı, aşa€ı, de€ersiz.
âkilü’n-nebat:
bitki ile beslenen,
otobur.
âkilü’s-simak:
balıkla beslenen.
binaen:
…den dolayı, nedeniyle.
cezmetmek:
niyet etmek, karar
vermek.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
delil:
şahit, belge, tanık.
esir:
kâinattaki boşlukları doldu-
ran, havadan hafif olup ısı ve ışı€ı
nakleden cevher.
hakir:
küçük, aşa€ı, ehemmiyet-
siz.
hâlî:
boş.
halk etmek:
yaratmak.
hane:
ev, mesken, dünya.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
ihmal etmek:
ehemmiyet verme-
mek, önemsememek, gereken il-
gi ve önemi gerekti€i şekilde gös-
termemek.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
itikat etmek:
inanmak.
kabiliyet:
yetenek.
kasır:
saray, köşk.
kasr-ı nazar:
eksik kusurlu bakış;
kısa görüş.
kesif:
kaba, yo€un.
kudret-i Ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
kusûr-i âliye:
yüksek saraylar,
köşkler.
kusûr-i müzeyyen:
süslü saray-
lar, ziynetli köşkler.
mabeyn:
ara.
madem:
de€il mi.
mahsus:
özel.
medenî:
uygar.
melâike:
melekler.
memlû:
doldurulmuş, dolu.
meydan:
alan.
meyyit:
ölü, cansız.
muhteşem:
görkemli.
muvafık:
yerinde, uygun,
uyar, münasip.
münasip:
uygun.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
nimbedevî:
yarı bedevî; yarı
göçebe.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruh:
insan ve hayvanlardaki
dirilik kayna€ı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
ruhaniyat:
madde âleminden
başka bir âlemde, ruhlar âle-
minde yaşayan varlıklar, cin-
ler ve melekler.
sair:
di€er.
sakinîn:
oturanlar, yaşayanlar.
sefil:
sefalet çeken.
seyyalât-ı lâtife:
lâtif seyya-
le; nuranî, şeffaf olan, elektrik
gibi akıp giden.
sükkân:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
şerait-i hayatiye:
hayat şart-
ları.
tasdik etmek:
do€rulamak;
gerçekli€ini kabul etmek.
temsil:
kıyaslayarak benzet-
me.
tenezzühgâh:
gezinti yeri.
tesettür:
gizlenme.
vahşî:
medenîleşmemiş, bar-
bar.
zat:
kişi.
zevi’l-ervah:
ruh sahipleri,
canlılar.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı.
n
okTa
| 420 |
Eski said dönEmi EsErlEri