MELÂİKE TASDİKİ, İMANIN BİR RÜKNÜDÜR.
Medhal
dörT nÜkTEYE dikkaT!
Birinci nükte:
Madde asıl değil, tâbi'dir; mahdum
değil, hadimdir; hâkim değil, mahkûmdur. lüb, esas,
müstakar değil; yarılmaya, erimeye, yırtılmaya müheyya
bir kışırdır, zebeddir, surettir. zira alet-i mükebbire ile
binler defa büyütülen, sonra görünen bir mikroba dikkat
edilse görünür ki, maddenin tesaguru nispetinde âsâr-ı
hayat, nur-i ruh tezayüt eder, teşeddüt eder.
Madde inceleştikçe, bizden uzaklaşınca, ruh âlemine,
hayat âlemine yaklaşıyor gibi, hararet-i ruh, nur-i hayat
daha şiddetle tecelli ediyor.
Bak o hurdebinî huveynenin havâssına; ne kadar kes-
kindirler ki, azasını, rızkını görür, kardeşinin sesini işitir,
ilâahir. demek havâssı ve kuvaları binler defa bizimkiler-
den şedittir, keskindir, hassastırlar.
Hem madde-i meşhureden başka pek çok menabiin
tereşşuhatı, lemaatı, semeratı âlem-i mülkte vardır ki,
kat’iyen maddeye ve hareketine irca ile izah edilmez.
demek âlem-i mülk ve şahadet, âlem-i melekût ve ervah
üstünde tenteneli bir perdedir.
aza:
organ, organlar.
esas:
asıl.
hadim:
hizmet eden.
hâkim:
hükmü altında tutan.
hararet-i ruh:
ruhun daha da can-
lanması, hareketlenmesi.
hassas:
incelikli, en ufak ölçüleri
sa€lıklı ve kesin olarak veren.
havâs:
hasseler, duyular, duygu-
lar.
hurdebinî:
gözle görülmeyecek
derecede küçük, mikroskobik.
huveyne:
gözle görülemeyecek
kadar küçük olanla ilgili, ona ait.
ilâahir:
sonuna kadar.
iman:
inanma, inanç.
irca:
eski hâline getirme, eski du-
rumuna getirme.
izah etmek:
açıklamak.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin ola-
rak.
kışır:
kabuk.
kuva:
hisler; melekeler.
lemaat:
parıltılar, parlayışlar.
lüb:
iç, öz.
madde-i meşhure:
meşhur bili-
nen maddeler.
mahdum:
hizmet edilen.
mahkûm:
hükmü altında olan.
medhal:
giriş; başlangıç.
melâike tasdiki:
meleklere iman,
meleklerin varlı€ını kabul.
menabi:
bir şeyin çıktı€ı yerler.
müheyya:
hazır hale getirilmiş.
müstakar:
sabit.
nispet:
oran.
nur-i hayat:
hayat ışı€ı, hayat nu-
ru.
nur-i ruh:
ruh nuru.
nükte:
ince ve derin anlam.
rızık:
yiyecek, içecek şeyler, azık.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
rükün:
esas, şart.
semerat:
meyveler, neticeler.
suret:
biçim, şekil, görünüş.
şedit:
şiddetli; sıkı.
tâbi’:
bir asıldan üretilen, ço€altı-
lan.
tecelli etmek:
görünmek, yansı-
mak.
tentene:
dantelâ, dantel.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntılar.
tesagur:
küçük görünme, küçül-
me.
teşeddüt etmek:
şiddetlenmek,
daha kuvvetli olmak.
tezayüt etmek:
artmak, ço€al-
mak, ziyadeleşmek.
zebed:
köpük.
zira:
çünkü.
âlem:
dünya.
âlem-i melekût ve ervah:
gözle görülmeyen semavî var-
lıklar, ruhlar ve melekler âle-
mi.
âlem-i mülk ve şahadet:
şa-
hit oldu€umuz görünen âlem.
âlem-i mülk:
mülk âlemi, gö-
rünen âlem.
alet-i mükebbir:
büyük gös-
teren alet, mikroskop.
âsâr-ı hayat:
canlılık eseri,
canlılık belirtisi.
asıl:
bir şeyin örne€i de€il ken-
disi olan.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 417 |
n
okTa