ikincimenba:
Hilkatte bir hikmet-i tamme var.
evet inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlâhiye
kâinattaki riayet-i mesalih ve iltizam-ı hikem lisanıyla
saadet-i ebediyeyi ilân eder. zira saadet-i ebediye olmaz-
sa kâinatta bilbedahe sabit olan hikem ve fevaidi mükâ-
bere ile inkâr etmek lâzım gelir.
Üçüncümenba:
Akıl ve hikmet ve istikraın şahadet-
leriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet, hem sâniin
fıtratta her şeyde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en
hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtar ve intihap etmesiy-
le sabit olan adem-i israf saadet-i ebediyeye işaret eder.
zira adem-i sırf her şeyi abes eder.
Fıtratta, ezcümle insanda fenn-i menafiü’l-aza şahade-
tiyle sabit olan adem-i israf gösterir ki, insanda olan isti-
dadat-ı maneviye ve âmâl ve efkâr ve müyulât dahi israf
edilmeyecektir.
o meyl-i tekemmül bir kemalin vücudunu ve o meyl-i
saadet bir saadet-i ebediyeye namzet olduğunu kat’î ola-
rak ilân eder. öyle olmazsa insanın mahiyet-i hakikîsini
teşkil eden maneviyat ve âmâl kurur, hebaen gider.
Acaba kıymettar bir cevherin kılıfına o derece dikkat
ve itina edilse ki, gubarın konulmasına da müsaade et-
meyen sahibi, nasıl ve ne suretle o cevher-i yegâneyi kı-
rıp mahveder?
Şu üç menbadaki üç şahidi tezkiye eden, her birinin
mevzuunun nev’indeki nizamına şahid-i sadık olan cemî
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve ga-
yesiz.
adem-i abesiyet:
abes olmayış,
lüzumsuz olmayış.
adem-i israf:
iktisat; israfsızlık.
adem-i sırf:
mutlak yokluk.
âmâl:
emeller, arzular, istekler,
ümitler.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cemî:
bütün.
cevher:
elmas, de€erli taş.
cevher-i yegâne:
biricik elmas.
cihet:
yön.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ezcümle:
bu cümleden, meselâ.
fenn-i menafiü’l-aza:
fizyoloji,
canlı varlıkların doku ve uzuvları-
nın vazifelerini inceleyen biyoloji
ilminin bir kolu.
fevait:
faydalar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç.
gubar:
toz.
hebaen:
boşuna olarak.
hikem:
hikmetler.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hikmet-i ilâhiye:
Allah’ın hikme-
ti, mahlûkatın yaratılışında Allah’ın
gayeleri.
hikmet-i tamme:
mükemmel, ek-
siksiz tam bir hikmet.
hilkat:
yaratılış.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ilân:
duyurma.
iltizam-ı hikem:
hikmete taraftar-
lık, hikmetlili€in gere€i.
inayet-i ezeliye:
Allah’ın daimî ve
sonsuz iyili€i, ihsanı, lütfu.
inkâr etmek:
kabul etmemek,
reddetmek.
intihap etmek:
seçmek, tercih et-
mek.
israf:
gereksiz yere harcama, ihti-
yaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
istidadat-ı maneviye:
manevî ka-
biliyetler, yetenekler.
istikra:
tüme varım.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
itina etmek:
özen göstermek.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemal:
olgunluk.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu€u,
hâl, durum, iç yüz.
kıymettar:
kıymetli.
lâzım:
gerek.
lisan:
dil.
mahiyet-i hakikî:
gerçek mahi-
yet, do€ru özellik, gerçek özellik.
mahvetmek:
kırmak, da€ıtmak,
bozmak.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait
şeyler.
menba:
kaynak.
mevzu:
ele alınan, üzerinde
durulan husus, bahis, konu.
meyl-i saadet:
mutlu olma ar-
zusu.
meyl-i tekemmül:
olgunlaş-
maya, mükemmelleşmeye
olan yöneliş, istek.
mükâbere:
haksızlı€ını bildi€i
hâlde laf kalabalı€ıyla karşı-
sındakini susturmaya çalışma.
müsaade:
izin.
müyulât:
meyiller.
namzet:
aday.
nevi:
tür.
nizam:
düzgünlük, tertipli
oluş.
riayet-i mesalih:
maslahatla-
ra, faydalılı€a tâbi olma, uy-
gun davranma.
saadet-i ebediye:
sonsuz
mutluluk, sonu olmayan mut-
luluk.
sabit:
ispatlanmış, de€işme-
yen, hep aynı kalan.
sâni:
yapan, yaratan Allah.
suret:
biçim, şekil.
şahadet:
sahit olma, tanıklık.
şahid-i sadık:
do€ru sözlü şa-
hit.
şahit:
tanık.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek.
tezkiye etmek:
temizlemek,
arıtmak, temize çıkarmak.
timsal:
örnek, numune; suret,
şekil.
vücut:
var olma, varlık.
zira:
çünkü.
n
okTa
| 426 |
Eski said dönEmi EsErlEri